Editörden

         Bir zamanlar gaz lambasının altında misafirler ağırlardık. Karanlık olurdu odalar, bırak olaydı. En azından yüzlerimizdeki tebessümleri görürdük. Şimdi aydınlık odalarda bir türlü kabullenemediğimiz televizyon kanallarının, kuru kalabalığında birbirlerimizi göremez olduk.
     Göster, Allah'ım bu millet kurtulur, tek bir mucize,
     Bir utanmak hissi ver, gaip hazinenden bize...
         Bir zamanlar; faytonlara, kağnılara binerdik kaygısızca. Şimdi, mezara götürülen cenaze gibi korkuyla biniyoruz vasıtalara, üstelik trafik canavarı olmayalım diyerek. Sonuç malum.
         Bir zamanlar; komşuluk hakkı vardı. Ailede, saygı-sevgi vardı. Küçük Hasan'lar, Ali'ler fakir diye küçümsenmezdi. Bilir misiniz sabit kaleminden dolma kalemine mürekkep yapıldığını? Yine de isyan yoktu, şükür vardı, bereket vardı, ahde vefa vardı...
    Şimdi apartman dairelerinde ölen bir kimsesizin varlığından haberimiz yok. İki yakamız bir araya gelmiyor, Çünkü verilen sözler tutulmaz oldu.
         Bir zamanlar; gökyüzü pırıl pırıldı. Mevsimler uyumluydu. Şimdi ozon delindi, bir günde dört mevsimi yaşıyoruz. Ve dünyamıza günde 25 meteor düşüyor, başımıza taş yağıyor... Sağolun beli bükülmüş ihtiyarlar, sağolun günahtan habersiz mini mini yavrular, sağolun Allah'ın veli kulları diyemiyoruz, bilemiyoruz ki!
         Bir zamanlar; Allah'ı anmayan, O'nun temel prensiplerini bilmeyen ayıplanırdı. Şimdi şahsi çıkarlarının esiri olanlar az bir paha karşılığında ahreti sattılar. Gel artık ey bir zamanlar...
         Biz Rabbimize hasretiz. Oysa kulluğu unutmuşuz. Biz Resulümüze hasretiz. Çünkü ümmetliği, sünneti seniyyeyi unutmuşuz.
    “Sevgi kelimesinde hayat veren bir sır var.
    Onsuz olan her işte mutlaka bir kusur var.”
         Biz velilere hasretiz, çünkü yüceliği unutmuşuz. Biz saadetin zirvelerinde dolaşan ceddimize her satırı şehitlerle dolu dolu şanlı tarihimize hasretiz.  Çünkü kendimizi pek çok sevdik, çevremize önem vermedik sevilmek için...
         Biz seherlerde iki damla gözyaşına muhtacız. Biz ilim bilmez, fenden anlamaz, yarı cahiller yerine; önce inanıp sonra inandıran, gerçek ilim sahibi olan zatlara hasretiz.  Biz silahsız gezen kravatlı eşkıyalar yerine, kul hakkını gözeten, ahret inancı olan, özü sözüne denk olan, âlim, fazıl, kültürlü, okuyan, yazan, anlayan, ne söylediğini bilen Allah erlerine hasretiz.
    Oysa:
    “Kuşlar gibi uçmasını balıklar gibi yüzmesini öğrendik,
    Ancak bu arada çok basit bir sanatı unuttuk,
    Kardeş olarak yaşamayı...”
         Biz maddeyi ön planda tutan, manayı unutan dini afyon sayan, yoz düşünce yerine; kaynağını Kuran ve sünnetten alan peygamberi bir eğitime hasretiz... Çünkü Allah yolunda kendimize kardeşler edinmedik.
    Öyle zamanda yaşıyoruz ki; iki yağmur damlası yeryüzüne düşerken birbirine dokunmadan iner de; iki kardeş birbiriyle anlaşamaz.
         Biz Neron'lara taş çıkartırcasına ülkeyi yangına çeviren, milleti canından bezdiren çağdaş Neron'culuğa soyunan, gerçekte hamam çıplağından farkı olmayan, çaldığı servetle Karun'u aratmayan sosyal hırsızlar yerine, kılı kırk yaran kör kuruşun bile hakkını gözetenlere hasretiz...
    O halde biz kimiz?
         Sana kul, Habibine ümmet olamadık! Nemlenmiş bir gözle, yara almamış bir bedenle huzuruna ulaşmaya utanıyoruz! Ahde vefa gösteremedik Allah'ım! Bunun idraki içindeyiz.  
    Ama şunu da biliyoruz ki; rahmet deryasında ufacık bir damlayız.  
    AFFET, ALLAH'IM; AFFET!

                                        Selam ve dua ile…


Yazarın Diğer Yazıları