Müslümanların Prangası: Batı Demokrasisi

 

 

 

 

Cumhurbaşkanını halkın seçmesi muhakkak ki; çok önemli bir imkan ve gelişmedir.  

Unutulmamalıdır ki; seçtiklerimizden  inancımızı hakim kılmasını istemek  haksızlık ve hayalperestliktir.

Devletin kuruluş temelleri/ana ilkeleri, Lozan’ın gizli maddeleriyle belirlenmiştir.

İktidara gelenler ister sağ, ister sol görüşlü olsunlar, bu ana ilkelere aykırı hareket edemezler.

Bu nedenle -şu ana kadar- kendini devletin asli sahibi sayan (seçkinci/beyaz) batılı aydınlar, (cahil, ikinci sınıf, zenci) saydıkları halka Anayasa yaptırmamışlar, kırmızı kitaba göre belirlemişlerdir.

Halka, kurallar bu (rayı döşedik). Bu kurallara göre kim yönetsin? Bu rayda sarı mı, yeşil mi, kırmızı tren mi gitsin?) diye sormaları seçimdir. Demokrasi, o rayda gidecek vagonun rengini halkın belirlemesidir. 

Halk, “seçtiklerim yönetiyor” zannıyla avunur. Hatta “ben seçtim” diye kendini suçlar. Parlementonun devlet organlarından sadece biri olduğunu bilmez. Batı demokrasi “milli irade” kılıfıyla halkı, halka rağmen yönetir.  

Hatta bu aydınlar diktikleri elbise dar gelip, halk mutsuz olunca “bizim diktiğimiz elbise mükemmel. Şişman olan millettir. Elbiseyi genişletmek değil, Mlletin sırtını yontmak gerekir.” mantını taşırlar. 

Bir zamanlar Çiller, tecrübesizce ve kırmızı çizgileri zorlayan laflar etmişti. Gazeteciler Çiller’in sözleri  Mesut Yılmaz’a sorulmuş, “kırmızı kitabı anlatırlar. O da sınırlarını anlar” demişti.

Türkiye seçim ve demokrasisi dünyadaki müesses nizamdan bağımsız düşünülemez. Müesses nizam Türkiye’ye Batı demokrasisini Orta-Doğu’daki Müslüman halklara yerleştirme rolünü biçmiştir. Yani masonluk tüm Müslümanların bizim gibi köleleştirilmesi için Türkiye’yi taşeron olarak kullanmaktadır.

İnsanlık tarihi boyunca kölelik hep var olmuştur. Sadece efendiler ve köleliğin şekli değişmiştir.

Eski köleler zincirlenir, köle olduklarının farkında olurlar, kölelikten kurtulma ümidiyle yaşarlardı.  Efendisi onu pazarda satar, köle satıldığının, efendisinin değiştiğinin farkında olurdu. Yani efendi de köle de belliydi.   

Tehlikeli olan kölenin kendini hür sanmasıdır. Kurtulmanın ilk şartı köle olduğunu fark etmektir.

Bizi televizyon, internet, nefsi tahrik, şans ve talih oyunları ile modern köleler yaptılar. Tüketim çılgınlığı ile “AVM'leri mabet” edindirdiler. Gelirimizden fazla harcattılar, plastik kelepçeler -kartlar- ile resmi tefecilere esir yaptılar. Parti ve takım fanatikliği ile özgürlüğümüzü yok ettiler. İslam adına muhterem bir kul” (!) karşısında "ölü gibi olma" öğretisi, duyum, gelenek, hurafe, bid’at, rüya harmanı bir din anlayışı ile kula kul yapıldık.

Seçim/demokrasi amaç değil, insanın mutluluğu için araçtır. İnsanı mutlu etmeyen her sistem batıldır.

Batılı demokrasi müslümanların prangası”dır.

Seçilecek Cumhurbaşkanı da “kırmızı kitaba” göre hareket etmek zorundadır.

İnancımızı hayatımızın merkezine koyduğumuz dönemlerde insanlığa önder ve örnek olduk. Batının ihraç ettiği siyasi, kültürel değerleri rehber edineli köle olduk. Oluk oluk Müslüman kanı aktı/akıyor.

Bu musibetlerin “Hep birlikte Allah'ın ipine (İslam'a/Kur'an'a) sımsıkı tutunun (hayatınızı ona göre düzenleyin), (İslam' ile çelişen davranışlarınızla gruplara ayrılarak) birbirinizden kopmayın! …” Ali İmran 103 ayetini baş tacı etmediğimizden kaynaklandığını artık idrak etmeyecek miyiz?

Ne kadar da az düşünüyoruz ve neden hiç akletmiyoruz?

Dizi ve maçları seyretmeye, bir kısım beşeri öğretileri okumaya harcadığımız zamanın onda birini Kur’an okumaya, mesajını anlamaya, uygulamaya çalışsaydık Allah’ın “kurtuluşa erenlerden olma” vaadine mazhar olurduk.

Bu pranga, esaret ve zilletten, ancak Kur’an ve sünneti hayat düsturu yaparak kurtulabiliriz…

Allah'ın ipine (İslam'a/Kur'an'a) sımsıkı sarılmaktan başka kurtuluş yolumuz yok…!

 


Yazarın Diğer Yazıları