“PARA ALAN, EMİR DE ALIR”

Bu Batılılar var ya. Tam birer tefeci. Önce para verirler, sonra emir.

Lehistan elçisi Sadrazamdan para ister. Sadrazam padişaha sorar. 4. Murat Han sadrazama kızarak "böyle bir fırsat kaçırılır mı? Verelim. Zira borç almaya alışanlar, emir almaya da alışırlar”

Maalesef Osmanlı zayıflamış, Batı'dan ilk borcu 1854 yılında almıştır. Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti ödemiş, ödemiş, ama borç bir türlü bitmek bilmemiştir.

Nihayet Adnan Menderes 1954 yılında Türkiye'nin Batı'ya olan borcunu tamamen ödemiştir.

Batı alacağını tahsil ettiği için normal bir mantıkla bundan memnun olması gerekir değil mi?

Ama tam tersi. Batı alacağını tahsil etmekten memnun olmaz. Neden mi?

Birincisi 4. Murat'ın dediği gibi "borç para almaya alışanlar, emir almaya da alışırlar”

İkincisi Batı tam bir tefecidir. Alınan borcunuzun faizini ödemekten anaparaya sıra gelmez. Tabir yerinde ise borç verdiği ülkeler onlar için "sağmal inek”tir.

Batı'ya olan borcunu ödeyen Menderes daha milli ve bağımsız politikalar izlemeye başlar.

Sen misin bunu yapan? Borcumuzu bitirdikten iki ay sonra Batı, basın gücünü kullanarak Menderes'in "diktatör olduğunu, yolsuzluk yaptığını, hazineyi soyduğunu, hazine altınlarını alıp kaçacağını dillendirir ve sokakları karıştırır.” Ekonomi kötüleşir, devlet sıcak paraya ihtiyaç duymaya başlar.

Batı kurtarıcı edasıyla hemen devreye girer. "Para veririz ama devalüasyon yapmanız lazım” derler. Menderes iki-üç yıl direnir. Sonunda mecbur kalır. Ve 1958 ağustosunda devalüasyon yapılır ve TL dolar karşısında % 330 değer kaybeder. Karşılığında Türkiye'ye sadece 400.000 dolar borç verirler.

Batı'nın sözünden çıkan Menederes'in verdiği bu taviz kâfi gelmez. Bedelini 27 Mayıs İhtilali ile iktidardan uzaklaştırılmak ve ipte can vermek suretiyle öder. Yetmez. 27 Mayıs bayram (!) ilan ettirilir.

İhtilalden sonra Ocak 1961'de Türkiye, IMF ile kalıcı biçimde "stand-by” anlaşması imzalar. Stand-by'ın anlamı da " yanında olmak” tır. İlginç.

Türkiye artık dünya tefecisinin eline düşmüştür. Verdikleri paranın da nerelere harcanacağı (bisküvi, makarna, v.b.) neyi üretip üretmeyeceğimize kadar ekonomi politikalarımızı onlar belirlemeye başlar.

Derken gelip geçen hükümetler, her sıkıştıklarında tefeci abilerine müracaat ederler. Borcumuz katlandıkça katlanır, 2001'e gelindiğinde IMF'ye olan borcumuz 26 milyar dolara ulaşmış, tüm Türkiye IMF'ye ödenecek faizler için çalışmış, çalışmış, ama ancak faizini ödeyebilmiştir.

Nihayet Türkiye IMF'ye olan borcunu 15 Mayıs 2013'te kapatmıştır.

Ondan sonra ne mi oldu? Gezi olayları… 17/25 Aralık…15 Temmuz Darbesi…

İki fotoğraf birbirine ne kadar da benziyor değil mi?…

Kıbrıs harekâtında ABD ambargosunu, jetlerimizin lastik yokluğundan uçamadığını unutmadık.

Bu halden İHA, SİHA, Gökbey, MMU, uçak gemisi, denizaltı v.s. yapar hale nasıl geldik?

Hiç şüphe yok ki; "para ve emir almadığımız” için.

Dünya egemenlerine boyun eğmemekle işimiz daha zorlaşmıştır.

Her alanda çok, ama daha çok çalışmak, üretmek zorundayız.

Allah yar ve yardımcımız olsun…

KONYA – 20 Temmuz 2022


Yazarın Diğer Yazıları