Köyde Bir Evin Hayvanlarla İmtihanı

Yazımın muhtevası zihin dünyamda yerini alırken dünyanın mizah ustası Nasrettin Hocamız'dan bir fıkra aklıma geliverdi.

Fıkra bu ya seviliyorsa gerçekliği ve değil liği çok araştırılmaz, sadece gülünür.

Rivayet odur ki, merhum hocamızın bir ineği vardır ama hem hocamızda hem de muhterem eşinde ihtiyarlık alametleri başlamıştır. İneğe üç öğün yem verilmesi su verilmesi gerekir. Hoca ile hanımı bunu sıraya koymak isterler, ama hocanın erkeklik damarı kabarır, sırayı kabul etmez. Hanıma şu teklifte bulunur: "Evde sessizliğe bürünelim, konuşmayalım. Kim konuşursa o ineğe yem ve su versin.” Hanımı da bu teklifi kabul eder, eve sessizlik çöker bunların bu konuşmalarını pencere altından yahut kapı aralığından dinleyen bir hırsız bir müddet bekler evde sessizlik hüküm sürmekte. Dalar hocanın evine ve başlar yükte hafif pahada ağır ne var ne yok kıymetli eşyaları toplamaya. Hoca ve hanımı bu durumu biraz seyrederler ama mal canın yongası nihayet hanım dayanamaz "Yahu hoca hırsız evi soyuyor şunu durdursana” deyince hoca cevabı yapıştırır, "İneği sen yemleyeceksin” der ve hırsıza müdahale eder, malları kurtarır.

Bizim kırsalda da böyle ihtiyarlamış bir karı kocanın sözlerine şahit oldum buna gülünür mü, yoksa düşünülür mü ağlanır mı, siz karar verin.

Aile reisi ve eşinin yaşları hayli ilerlemiş ama geçmişten gelen alışkanlık "Evde tavuk bari olsun bize çok yükü olmaz biraz yem ve su veririz eve gelen giden çoluk çocuk ve kendimiz yumurtasından bari faydalanırız” diye düşünürler, birkaç tavuk alıp beslerler.

Tavuklardan biri hastalanmış ölümcül değil hastalığı ama iyi olası da yok. Adam seslenir "Yahu garı, tavuğun birisi hasta kesiversem temizler, halleder misin?” Hanımdan ses yok, yani onunla uğraşmaya niyeti yok. Aradan iki gün geçiyor, adam yine sesleniyor "Yahu hanım dün de söyledim cuvap virmedin, şu tavuğun hali nice olacak konu komşuda araştır ehtiyacı olan varsa kesiverelim, çoluğu çocuğu yesin yazık heyvan hasta, eziyet çekiyor bari bir insan gursağına düşsün.” Hanımdan yine bir cevap yok. Tavuk yattığı yerden kalkmaz olur, adam yine hanıma sorar. Aslında sormayacak ama gazak heriflik de geçmiş serde ihtiyarlık var öyle gabarmak, bağırmak da işe yaramayacak. Bir sabah kalkıp tavuğu kesiyor ve yakınlardaki çöplüğe atıveriyor herif. Öğleye doğru işin farkına varan hanım soruyor, "Herif tavuğa ne oldu?”, "Kestim.”, "Ne yaptın ya, ölüsü nerde?”, "Nerde olacak çöplükte”, "Niye atıverdin herif çöplüğe bir komşunun köpeğine vereydik heç olmazsa hayvan gursağına girerdi.” "Burak garı, beni dellendirme, bu tavuk gursağa girecek bir mal değilmiş öyle olsaydı bir haftadır dilimde tüy bitti tavuk nayı döğerim heç umurunda olmadı gursağa girecek bir heyvan değilmiş zahar. Nedeni ise tavuğun tüyü var, garnında daşlığı var, pisliği var, hele goca goca ayakları var” diye düşündüm ben de kestim, atıverdim.

Bu son söz bana geçmişte dinlediğim bir olayı hatırlattı, onu da anlatayım iş tam tatlansın ne dersiniz. Bu hikaye bizim sülalemizde 150-200 senedir anlatılagelir sanırım. Çünkü bu olayı dinlediğim anne dedem merhum, 1894 (1310) doğumlu idi.

Bu bahsettiğim dedemin babası varmış Namı deli Abdurrahman. Adam anlatıldığına göre hem deli hem de kazak bir herif. Kazak demek otoriter. Hanım lafı dinlemeyen hep kendi bildiğini yapan demek. Köyüm Kilistra'daki evlerinde eşi ile yaşamaktalar. Oğlan uşak evlenmiş, kız gelin olmuş. Evde dedem ve ninem ediyle büdü kalmışlar. Ahırda bir inekleri bir de eşekleri var. Tabi bunlar da yem su isterler. Mecbursun boğazlarına bakmaya. Çünkü kırsal köyde evin ihtiyacı hayvanlar. Ninem rahmetli bir gün çok fena hastalanmış öyle halsiz ki bırakın yemek filan yapmayı yemek önüne gelse yemeye hali yok.

Kocasına demiş ki "Herif ne olursun ahırda inek ile eşeğe bir yem ve su veriver. Ben çok hastayım bugün. Dedem bu işlere pek alışık değil biraz nazla biraz da homurdanarak o sabah inek ile eşeğe yemi suyu verip gelmiş.

Akşam olmuş nineciğim hastalığından iyileşememiş. Yine yalvarmış, adam asabi ya alttan alarak, "Ak herif şu hayvanları bir daha yemleyip sulasan eşeğe bakma dayanır da inek nazlı olur o açlığa susuzluğa dayanamaz” demiş. Dedem yine bin naz ile akşam yemini de verir, ama bu işin sonu gelmeyecek sabaha kadar düşünür "Ne yapayım?” diye. Nineciğim merhum sabah yine halsiz, dedemin yüzüne mahzunca bakar, yine ahıra göndermek ister. Daha ninem bir şey demeden kalkar gider ahıra. Bizim köyümüzün her evinde geçmişten kalma ya bir büyük kuyu var. Ya da bir başka tarihi kalıntılar var. İşte bunların ahırında da çok büyük bir kuyu varmış. Ağzı büyük bir taş ile kapalıymış. Dedem "Bu garı beni böyle her gün bu hayvanları yemlemeye ahıra gönderecek. İnek çok susar ve acıkırmış, en iyisi onu yok edeyim” demiş ve ineği kesmiş. O kapalı kuyunun kapağını açmış, hayvanı kuyuya atıvermiş. Tabi ahırda bir hayli uğraşınca eve geç çıkmış. Nineciğim sormuş "Ne yaptın herif, geciktin hayvanlar çok mu acıkmışlar ondan mı geciktin?” deyince, "Yok, yok o işi toptan hallettim ineği kestim, kuyuya atıverdim eşek nasıl olsa biraz dayanır dedin ya işte bir daha inek yem su istemez sende beni ahıra göndermezsin” deyivermiş.

Aslında bu bir şaka gibi gelir okuyana, dinleyene ama bu olay gerçek bir hikayedir.

Selam ve dua ile...

 


Yazarın Diğer Yazıları