Postal ve Kabaralı Kundura -I-

1950'li yıllarda postal ayağa giyilen bir ayakkabı cinsi idi. Mest gibi ayak bileklerine kadar yükselen boğaz kısmı olurdu. Şayet tabanında kabaraları var ise erkek ayakkabısı, yok tabanı sadece kösele deri ise kadın giysisi olarak kullanılırdı.

Ayakları bileklere kadar saran bu günümüzün kısa boğazlı botunun bir benzeri olan bu ayakkabıların kenarından çıt pıt denilen çengelli basit tel kıvrımları ile bağlanır bu günkü gibi fermuarlar yoktu o yıllarda. Kabara denince bu günkü raptiye gibi idi ama daha sağlam demirden imal edilen bu mıh cinsi demirler ayakkabının çabuk eskimemesi için çakılırdı tabana. Bu kabaralı postallar genelde kış günleri buzdan kaymayı önlemek için zengin ailelerin giydiği bir ayakkabı idi.1948-50'li yıllarda öyle ulu orta alelade fakir ailelerin giyebileceği bir ayakkabı değildi. Bunun birde terlik cinsinden ağzı açık olanları vardı.

Zengin aile hanımların giydiği sarı ve siyah rugan deriden yapılmış kabaralı şipidik tabir edilen ayak giysisi vardı ki onları evin yeni gelinleri giyerdi. Yürürken yollarda gıcırdaması köyün fakirlerini içini gıcırdatırdı. O yıllarda genelde kadın ve erkelerin dağ ve tarla bahçe giysisi olarak ayakkabıları çarık olduğu için değişik ayak giysileri insanların dikkatini çekerdi.

Bunları böylece ifade ettikten sonra gelelim esas konu olan hikâyemize...

İç Anadolu'nun dağ köylerinden birinde oldukça fakir sayılan bir aile vardı. Ama bunlar gerek aile içerisinde gerekse köy içinde çok sevgi duyulan ev hanımının bilgeliğinden ve çok çalışkanlığından dolayı köyün ihtiyarı, genci. Hatta köyün genç kızlarının bu ailenin evine el işi öğrenmek, sohbet dinlemek ve evin hanımı diktatör hanımının emin sözüne sadık dirayetli bir hanım olduğuna inandıkları ve bu emin bir yerde gün veya gece geçirmek için akşam sabah sık gelerek o evin hamarat kadınından köy işlerinde. Çok büyük öneme sahip öğrenilmesi elzem olan el işlerinden genç kızların olmazsa olmazlarında genç kızlık dürülerini hazırlamak için gerekli olan çorap, kazak örme buğday kalesinden ve sapından süsler örme üzerlikten güzel örgüler yapma sanatınıda öğrenmek için gece gündüz bu aileden çıkmazlardı.

Bu evin hanımı mümine kadın kocası biraz rahatsız olduğundan her işi yapar dağdan odun taşır, evin işlerini tertemiz yapar ekmeğini taştan çıkarır, çocuklarına yamalı eski elbise giydirir, ama asla kirli pis elbise giydirmezdi.Yüreği merhametle gönlü sevgi ile dolu bir mütevazi gözü asla yükseklerde olamayan fazla zenginlik filan istemeyen çocuklarını başkalarına muhtaç etmeden için yaşatmayı büyütmeyi yeğleyen bir köy kadını ve mütevazi bir aile.

Köyleri orman köyü olduğu için ahırlarında 3 tane merkepleri var, bir tek öküzleri birde daha küçük olan sarı düveleri var. Evde yokluk kol geziyor yağ kıt, tuz bile az, şeker yok un var, pekmez var süt yoğurt yok aslında köyde bol olması gerekenlerde süt yoğurt ama onu verecek sağınır malları yok. Sene bin dokuz yüz kırk yedi evin ablasından sonra doğan Ramazan eve sevinç ve neşe getirmiş Anadolu köylüsünün genelde çok güven duyduğu ve özellikle dualarında olmasını çok istediği bir oğlancık yıllar geçer oda olur.

Çocuk üçleşince ana baba ile aile çoğalır beş olur. Ama ne var ki evlerindeki gelir düzeyi aynıdır, yani gelirde artış yoktur. Nihayet yıl 1954... Ailenin ümit bağladığı Ramazan yedi yaşına basar ve köy okuluna kaydı yapılır. Okula başlayan ramazan çok zekidir bu zekası daha birinci sınıftaki hocası tarafından fark edilir. O yıl okulu birincilikle bitiren ramazan ertesi sene 2. sınıfa başlayacak o yıl evde büyük bir değişiklik olur. Ramazanın İzmir'de anne tarafından bir dedesi vardır. Bu şahıs ilk hanımı ramazanın anneannesinin ölümünden sonra kırsaldaki bir yabancı köyden bir hanım daha alır. Yeni gelen kadın çok dünya malı tamahlısıdır. Evdeki eski hanımdan kalan iki oğlana dirlik vermez onlara yaşları küçük olmalarına rağmen hiç bakmaz çamaşırlarını yıkamaz yemek vermez her işte bir kabahat arar ve onları bilvesile hep döver. Onun için bunlara Ramazan'ın annesi yani ablaları elinden geldiği kadar kıt kanaat bakmaya çalışır bu arada yeni hanım kocası Mehmet efendiyi zaten İzmir'le ilişkisi olduğunu da bildiğinden İzmir'e göçemeye zorlar ve dediğini yaptırır.Köyde o iki ufak çocuğu bırakıp İzmir'e göçer giderler. Yazık Mehmet efendi kızına derki "Kızım bunları bir iki sene idare et.Bakıver de ben sonra İzmir'e götüreceğim çocuklarımı” ve gider.Hakikaten burada biraz rezillik çeken oğullar hasan ve Süleyman Yaşarlı 14, 12 olmuştur, babaların daveti üzerine bir gün İzmir e giderler köyde gözü yaşlı kalan fakir ablaları onlar için günlerce yaş döker ama ne var ki birkaç sene sonra İzmir'den gelen küçük kardeşi Hasan eniştesinden izin alıp ablasını İzmir'e gezmeye ve babasını görmeye götürür. Baba kız ve kardeşleri birkaç gün hasret giderirler. Nihayet köyde evi hasta kocası ve çocukları olan Mümine kadın bir gün babasından ve kardeşlerinden kendine tren bileti alıp köye göndermelerini ister tabi mecburen kabul görür zaten üvey analığı tarafından da pek hoş karşılanmamıştır Mümine kadın bununda bilicindedir.

Sağ salim alına bilet ile köyüne döner hatta küçük kardeşi Hasan yine çok sevdiği ablasını ta Konya'ya kadar getirip köye kadar iletir sonra İzmir'e döner. Bu arada Mehmet efendinin yeni hanımından iki oğlu dünyaya gelmiştir. 3'er sene ara ile bunların büyüğü Zeki küçüğü ise Ahmet'tir. Analık eskilere yine kötü davranır bazı yemek bile koymazmış önlerine ama onlar artık bu tür yemeklere ihtiyaç duymazlar istedikleri yerde karınlarını doyurabiliyorlarmış.

Etme bulma dünyasıdır bu dünya ne ekersen onu biçersin derler ya. Daha bunlarda eskiden kalma ağabeyleri gibi bakıma muhtaç halde küçücüklerken o dünya malı hırsıyla dolu Ayşe kadın bir dermansız hastalığa tutulur bütün bilgili doktorlar onca ilaçlar fayda vermez ve yatakta sekaret iken bile kocasına "Benim boğazıma beşi biryerde altını ne zaman takacan yalancı gavur herif” diye bağırarak ölür gider. Eski çocukları biraz kendilerini kurtarmış elleri iş tutar olmuş olan Mehmet Efendi bu seferde yine öksüz iki küçük çocukla ortada kalıverir. Yine başka başka yerlerden hanım arayıp bulur ama yeni gelenler hep eskileri aratır cinstendir hiç biri ile bağdaşamaz hayatı zehir olur. Devam edecek


Yazarın Diğer Yazıları