Ruh Sağlığı Kanunu

Geçen hafta içinde MHP grubu, uzun zamandır üzerinde çalıştığı ruh sağlığıyla ilgili kanun teklifini Meclise sundu. Gerekçe olarak da, toplumda giderek artan ruh sağlığı vak'alarını, gençler içinde yayılan uyuşturucu bağımlılığını, hunharca işlenen kadın cinayetlerini ve artan işkence olaylarını gösterdi. Araştırmalardan yola çıkarak son yıllarda ruhi hastalıkların yüzde elli oranında arttığını ve toplumun %17'sinin ruh hastası olduğunu söyledi. Evet, son yıllarda medya (haber kanalları) daha da çeşitlendi, hiçbir işkence olayı, hiçbir cinayet gizli kalmıyor, görmezden gelinmiyor, saklanamıyor. Yollar, sokaklar, okullar, işyerleri hep kamera ile donatıldı. İnancımıza göre, bizleri sağ ve sol yanımızda gezen Katip melekler ve Hafaza melekleri takip eder, yaptıklarımızı kayda geçirir, onların da ötesinde her anımızı Rabbimiz görür, bu inançla öbür alemin hesabını-kitabını düşünerek suç işlemeyiz, nefsimize, irademize sahip çıkarız. Asırlarca bu milleti bu duygu ayakta tuttu, milletler içinde en az suç işleyen millet olarak temayüz ettik. İşte son yıllarda bu duygumuz, bu inancımız ve bu korkumuz azaldı ki kameralar kurduk, bu şekilde murakabe (gözetim) altında suç işlemeyeceğimizi, suç işlemek isteyenlerin cayacağını ve suçluların cezasız kalmayacağını hesap ettik. Ama kameralar da çare olmadı, kadın cinayetleri, çocuk işkenceleri artarak devam etti, ediyor. Bunca uyuşturucu ile mücadeleye rağmen uyuşturucu tacirleri ve kullanıcıları giderek artıyor. Parlamentomuzdaki MHP grubu, ülkemizde artan suç oranlarından , hunharca işlenen cinayetlerden , yaygınlaşan boşanmalardan ve aile facialarından hareketle bir kanun teklifi hazırladı. Gerginleşen, suça meyleden, kendisine hakimiyeti kaybeden insanların daha baştan tedavi sürecine alınmasını, ilaçların parasız olmasını, ruh hastası olmamak için baştan tedbirlerin alınmasını, ruhen hastalık tespiti yapılanların tedavi edilmesini, gerekirse zorla hastaneye götürülmesini, bu konuda gelişmeleri izleyen bir kurulun oluşturulmasını ve yıllık raporlar hazırlamasını istedi. Toplumdaki bu bozulmaya dikkat çekmek, bu konuda çözüm yolları aramak ve göstermek elbette bir parti için alkışlanacak bir hizmet. Diğer partiler de elbette böyle bir hizmete duyarsız kalmayacak ve kanun çıkacaktır. Ruh hastalıklarına yalnız doktor, tedavi, ilaç cephesinden bakmayı eksik buluyorum. Bir de bu toplumun bu hale gelmesinin sebepleri üzerinde düşünmemiz ve bu konunda kültürel değerlerimizin önemini vurgulamamız gerekiyor. Benim dikkat çekmek istediğim husus, önce bu ruhsal hastalıkların kaynağına inmeliyiz. Toplum niçin bu hale geldi? Bu olaylar önceden de oluyordu da medya çok çeşitli olmadığı için biz mi duymuyorduk? Toplum zenginleştikçe şımardı mı? Gerçekten işkence arttı mı, yoksa çok mu abartıyoruz? Tahammülsüz, hoşgörüsüz bir toplum mu olduk? Bu soruların hepsinde gerçeklik payı var. Bir gerçek daha var ki, ruh sağlığını düzeltmek sadece doktorların ve psikologların işi değil. Onlar ruh sağlığı bozulanları tıbbın verileriyle tedavi etmeye çalışırlar. Çoğunun da verdiği sadece sakinleştirici ve sonunda da bağımlı yapan ilaçlar. Bizim derdimiz, insanları ruh hastalığından nasıl koruyabiliriz, ruhen sağlıklı insanları nasıl yetiştirebiliriz? Tarih boyunca ne yapmışız? Kurtla kuzunun birlikte yaşadığı, cinayetlerin işlenmediği, merhametli ve hoşgörülü bir toplumu nasıl oluşturabiliriz? Evet, insan sadece et ve kemikten ibaret sıradan bir canlı değil. İnsan ruh ve bedenden mürekkep, Eşref-i Mahluk- Ahsen-i Takvim bir varlık. Rabbimizin ifadesiyle yeryüzünün halifesi, yöneticisi. Bugünkü Tıp ilmi, insan bedeninin işleyişi ve hastalıkların tedavisi noktasında büyük mesafe almıştır. Bugün insanların genleri sayılmış, hastalık yapan genler bulunmuş, genetik bilimi çok ilerleme kaydetmiştir. Bunlar fiziksel buluşlar ve gelişmelerdir. Bir yadan hastalıkların çaresi bulunurken, bir taraftan da yeni hastalıklar ortaya çıkmaktadır. Ama insan ruhunun bilinenleri hakkında henüz büyük gelişmeler yoktur, olmayacayak da. Çünkü Rabbimiz, "(Habibim), sana ruhtan sorarlar. De ki, o Rabbimin bir emridir, (onun hakkında çok az bilgi verilmiştir.” Buyurur. Evet, Rabbimizin ayetine göre, ruh hakkında kıyamete kadar çok şey bilinmeyecektir, çok az bilgimiz olacak. Çünkü ruh fizik ötesi bir varlıktır, bu dünyaya ait bir gerçek değil, öbür aleme ait bir gerçektir. Beden ölecektir ama ruh ölümden sonra da var olacaktır, Berzah aleminde kıyameti bekleyecektir. Yenilenmiş bir bedene girerek cennete veya cehenneme gidecektir. Bugünkü bilgilerimize göre beden ruhun bineğidir. Asıl olan ruhtur. Beden cisimdir, ruh cevherdir. insanı insan yapan da o özdür, ruhtur. Bedenin rahatsızlığı ruhu da rahatsız eder, ruhun rahatsızlığı da bedeni etkiler. Ruh, Rabbimizden bir nefhadır, çocuğa ana rahminde dört aylıkken üflenir. Bir görüşe göre, ruhlar hastalanmaz, hastalanan ruhu taşıyan sinirlerdir. Ruhun gıdası maneviyattır, hastalanınca çaresi de manevidir. Bunun doktoru da Allah dostlarıdır, maneviyat rehberleridir. Ruhun gıdası Allah inancı ve ahiret inancıdır. Bu inanca sahip olanlar her zaman hayata pozitif bakarlar, yılgınlığa ve ümitsizliğe düşmezler, o yüzden huzurlu ve ümitli bir hayat yaşarlar. Ruh rahatsızlıklarının temelinde, sevgi açlığı, inanç yoksunluğu, ümitsizlik, salih amel eksikliği vardır. İnancı ve tevekkülü güçlü olanlar, ibadete ve zikre devam edenler, başa gelen musibetleri Rabbimizin bir imtihanı olarak görenler, rıza ve sabır ile karşılayanlar kolay kolay ruh hastası olmazlar, intihara yönelmezler. İşte devletimiz ruh hastalıklarıyla mücadele için buradan yola çıkmalı. Gençliğin önce maneviyatını güçlendirmeli, bu konuda reher olabilecek manevi önderler yetiştirmeli, hastalara dua etmeyi, Kur'an okumayı, sebebi bilinemeyen hastalıkları duayla tedavi etmeyi yardımcı tedavi yöntemi olarak kabul etmeli. Sadece uyuşturucu ve sakinleştirici ilaçları tek tedavi yöntemi olarak görmemeli. Evet, iletişim araçları arttıkça, reklamların da etkisiyle insanlarda özenti arttı, daha güzel evlerde oturmak, daha güzel arabalara binmek isteği oluştu. Bunlara ulaşmak için borç batağına sürüklendi. Bu borç yükünün altından kalkamayınca ve istediğine de ulaşamayınca insanlar gerginleşti ve saldırganlaştı. Bunun için şükür, kanaat ve sabır eğitimi şart. İnsanlara kendinden aşağıya bakmak ve olana şükretmek öğretilmelidir. Aile yapımız gözden geçirilmeli, televizyonlarda geleneksel aile yapımız dizi halinde gösterilmeli, dayanışma ve merhamet örnekleri verilmelidir. Profesör Orhan Çeker Hocanın dediği gibi, İlahiyat Fakültelerine "duayla tedavi ve muska” dersleri konulmalı, bu saha sahtekar insanlara bırakılmamalı, doğruyu- yanlışı ayıran ehil insanlar yetiştirilmeli. Ruh sağlığımız sadece kanun çıkarmakla düzelmez, köklü eğitim tedbirleri alınmalı ve geçmişteki kültürel değerlerimize dönmeliyiz. Aslında ilacımız geçmişimizde vardır, ama o tedavi yöntemini "cıs” olarak görmekteyiz. Din, Kur'an, dua, maneviyat dediğimiz zaman "irtica geliyor, laiklik elden gidiyor, hurafeye yol açılıyor” diye birileri yaygarayı basıyorlar. Önce bu algıyı, bu zihniyeti değiştirmeliyiz. Sadece müspet bilime değil, ruh sağlığına nakli ve manevi ilimlerle de yaklaşmalıyız.

Yazarın Diğer Yazıları