Bir Çalıştayın Ardından

Geçen hafta Cuma ve Cumartesi günü Konya’da Necmettin Erbakan Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi (NEÜİF) ve Türkiye İmam – Hatipliler Vakfı (TİMAV)  işbirliği ile düzenlenen Türkiye’de Yüksek Din Öğretimi Sorunlar ve Gelecek Çalıştayı düzenlendi. Kastamonu Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi’ni temsilen ben de katıldım. Öncelikle emeği geçen herkese çok teşekkür ederim. Hakikaten faydalı bir etkinlik oldu. Başta Rektör Prof. Dr. Muzaffer Şeker ve Dekan değerli hocam Prof. Dr. Ahmet Saim Arıtan üst düzeyde bir misafirperverlik gösterdiler. Her ne kadar Kastamonu Üniversitesi adına katılmış olsam da bir Konyalı ve Konya İlâhiyat mezunu olarak zaten kendimi misafir gibi hissetmedim. Ayrıca epeydir görmediğim bazı hocalarımla karşılaşıp hasret gidermek de çok hoş oldu.
Son yıllarda İlâhiyat Fakültelerinin sayısı arttı ve sanırım 70’i buldu, bu gidişle galiba her ilde en az bir İlâhiyat Fakültesi olacak. Nereden nereye; bir zamanlar bu memlekette cadı avına çıkmış gibi İmam – Hatipli ve İlâhiyatlı kovalanırken şimdilerde istihdam alanları genişledikçe bu câmiadaki arkadaşlarımız aranır oldu, çok şükür.
Çalıştayda daha ziyade İlâhiyat Fakültelerinin programları üzerinde duruldu. Tabi konuşmalar ve zaman sınırlı olduğu için her konu ve düşünce dile getirilemedi. Ben burada kendi düşüncelerimi özetle sizinle paylaşmak istiyorum. Öncelikle etkinlikte dile getirilmeyen ya da benim kaçırdığım bir konuyu yazmak istiyorum. Biliyorsunuz İlâhiyatların ocağı İmam – Hatiplerdir. Gerek eğitim sisteminin değişmesi, gerekse bütün okullarda Kuran ve Siyer derslerinin seçmeli de olsa müfredata girmesi sebebiyle İmam – Hatip Okullarının da misyonu değişikliğe uğramış oldu. Eskiden insanlar “hiç değilse İmam – Hatip’e gitsin de dinini – diyanetini öğrensin” diye düşünürdü. Hâlbuki artık çocuklarımız bütün okullarda bu eksiğini az da olsa gidermiş olacak. Dolayısıyla İmam – Hatip Liseleri programlarıyla işe başlamak gerektiği düşüncesindeyim.
Diğer bir konu da ortak bir program geliştirme düşüncesinin sıkça dile getirilmesi. Ben bu hususa doğrusu pek sıcak bakmıyorum. Sebebi de böyle bir dayatma olursa bazı kesimler öne çıkarak kendi programlarını kabul ettirme gayretine girerler. Ayrıca ülkemizde çeşitli etnik yapılar ve inanç türleri var. Iğdır - Ardahan, Diyarbakır – Hakkâri, Konya –Kayseri, Ankara – İstanbul, İzmir – Antalya, Urfa – Mardin ve benzeri şehirlerimizde aynı programı uygulamak son derece olumsuz gelişmeler doğurabilir. Iğdır’da Caferi Mezhebinin fıkhını okutmak gerekirken Diyarbakır ve Hakkâri’de Şafii fıkhını geniş çaplı okumak çok daha faydalı olur. Hatta Tunceli’ye bile eğer yoksa İlâhiyat açıp Alevîliğin Yesevîlik ve Bektâşîlikten çıktığını öğreterek doğru bir adım atmış olmaz mıyız? Çalıştaya katılan Ardahan Milletvekili İlâhiyatçı Prof. Dr. Orhan Atalay hocamızın söylediğine göre Iğdırlılar çocuklarını Sünnî olur korkusuyla İran’ın Kum Şehrine okutmaya gönderiyorlarmış. Bu korkunç bir şey. Bana göre derhal bu konunun üzerine gidilmeli ve bölge halkının endişelerinin kaynağı kurutulmalı.
Tarihte bir medreseler şehri olan Konya’mızda bazı medreseler, bazı ilim dallarında öne çıkmıştı. Meselâ, Hadis ilminde Karatay medresesi meşhurdu. Buradan hareketle şöyle bir düşünce bana hiç de uzak gelmiyor. Gerek yukarıda bahsettiğim etnik ve inanç çeşitliliği temel alınarak, gerekse Fakültelerin akademik kadroları göz önünde bulundurularak bazı şehirlerimizin İlâhiyat Fakülteleri alanlarında daha uzman ve söz sahibi olabilmeli. Böylelikle talebeler gönül verdikleri branşta çok daha iyi yetişebilirler.
Bu konu elbette çok daha uzun soluklu olup bir köşeye sığacak kadar değil ama ben sadece siz değerli okurlarıma haber mahiyetinde de olsa arz etmek istedim. Umarım sonuç hayırlara vesile olur.


Yazarın Diğer Yazıları