Büyük Filozof Nasreddin Hoca

Malumunuz geçen hafta Akşehirli Filozof Nasreddin Hocamızı anma haftasıydı. Maalesef bu yıl şenliklere katılamadım ama Hocamızın halk arasında fıkra denen fakat kanaatimce hepsi birer felsefî hikâye olan bazı konuları sizinle paylaşmak istiyorum. Nasreddin Hoca Fıkralarını yöneten-yönetilen, hâkim-tâbi, ast-üst açısından, daha doğrusu başarılı yöneticinin nasıl olması gerektiği ile görevini kötüye kullanan yönetici karşısında yönetilen kişilerin tepkilerinin neler olabileceğini günümüz şartlarında değerlendirmesi mânidardır. Değerli meslektaşım Prof. Dr. Esma Şimşek Hanımefendi bunları şöyle sıralar:
Görevini Kötüye Kullanan Yöneticiler Tenkit Edilir: Hoca, her zaman, görevini hakkıyla yapmayan veya kötüye kullanan yöneticilerin karşısında olmuştur. Bilindiği gibi Bekrî Mustafa, İncili Çavuş, Kemîne, Ahmet Akay, Aldar Köse, Bektaşi vs. gibi tipler, karakteristik yapılarına uygun olarak sadece belli konuları ve belli grupları temsil ederken, Nasreddin Hoca toplumu simgeler. Toplumun her türlü problemi, sıkıntısı, acısı, kederi, neşesi Nasreddin Hoca'nın fıkralarıyla dile getirilir. Her şeyiyle toplumun sözcüsü konumunda olan Nasreddin Hoca, hiçbir şahıs ve kurumdan çekinmeden yanlış giden her şeyi rahatlıkla tenkit etmiştir. Zamanla Hoca'nın bu tür fıkralarının sayısı genişlemiş, halk, söylemeye cesaret edemediği her konuyu Hoca'ya mal ederek, onun dilinden anlatmıştır. Böylece aynı dönemde yaşamadıkları halde Nasreddin Hoca ile Timur karşı karşıya getirilmiş, halkın Moğollardan veya diğer yöneticilerden gördüğü zulüm bazı fıkralarda "Timur", bazı fıkralarda ise "Padişah" veya "Vali" olarak kimlik kazanmıştır. Bu tür fıkralarda, hocanın hiç çekinmeden "Yönetici" durumundaki Timur'u veya Padişahı, Valiyi tenkit ettiği görülür: Hoca'nın, hamamda Timur'a paha biçerken, sadece peştamalını dikkate olarak "elli akçe" değerinde olduğunu söylemesi, icraatı kötü olan bir yöneticinin hiçbir değerinin olmadığını, halkın nazarında beş para etmediğini göstermesi bakımından önemlidir. O, bu sözüyle sosyal ve siyasi açıdan toplumun en yetkili kişisini "hiç"leştirmiş, insanların ancak yaptıkları faydalı işlerle var olabileceklerini ima etmiştir.
 Timur, verdiği bir ziyafette, Hoca'nın askerleri ile neşeli bir şekilde sohbet ettiğini görünce, onu mahcup etmek kastıyla; "Yene kim bilir, yalandan ne basıb bağlayırsan" diye sorunca, Hoca; "Neyleyim, gıbleyi âlem sağ olsun! Yalansız keçinmek olmur. Sizin edaletinizden danışıram!." diyerek hayatta en büyük yalanın, Timur'un adaleti üzerine olabileceğini çekinmeden söyler (Abdulla 1993: 158). Oysa halkın yöneticisi konumunda olan bir kişinin her şeyden önce âdil davranması beklenmektedir.
 Yöneticinin Rüşvete Olan Meyli Tenkit Edilir: Rüşvetle iş yaptırma, günümüzde olduğu gibi, Nasreddin Hoca fıkralarında da konu edilmiştir. Davaların çözümü, daha çok kadıların ağzından çıkan sözlere baktığı için, kararı kendi lehine çevirmek isteyen suçlular, işi rüşvetle halletme yoluna gitmişlerdir. Özellikle; "Karga", "Rüşvet Bal" veya "Bal Çömleği" adıyla anlatılan fıkra bu konuda en güzel örnektir: Hoca, kadıya işini hallettirmek için bir çömlek alıp altını toprakla doldurduktan sonra üzerine birazcık bal koyar. Kadı, bal çömleğini görünce istenileni yapar. Ancak, akşam çömleğin alt kısmının toprak olduğunu görünce, hemen adamlarını göndererek, ilâmda bozukluk olduğunu, hemen düzeltmesi gerektiğini söyler. Hoca; "Evlât, bozukluk ilâmda değil bal çömleğinde!" diyerek kadının rüşvetle iş yaptığını açıkça belirtir (Tokmakçıoğlu 1981: 106).
Bir başka fıkrada ise kadılık yapan Hoca alır rüşveti. Fıkrada; aynı konuda Hoca'ya işi düşen üç adamdan birincisi halı, ikincisi yüz kuruş, üçüncüsü de gizlice bir balta vererek kendi lehlerine karar vermesini tembihlerler. Daha sonra üçü birlikte Hoca'nın huzuruna gelir. Halıyı veren; "Efendi, halime (halıma) bak da merhamet eyle!" der. Yüz kuruş veren; "Efendi, yüzüme bak da merhamet eyle!" der. Balta veren adam ise; "Benim davamı balta gibi kes!" deyince Hoca; "Senin halini bilirim amma şu adamın davasını balta gibi kesmek kolaydır. Lâkin şu adamın yüzünden utanırım!" diye cevap verir (Arslan-Paçacıoğlu 1996: 151).
Yöneticinin Zulmü Karşısında Yönetilen Tedbir Alır:  İnsanlar, eğer yaşanılanlardan ders alıp başlarına gelecek felaketleri tahmin edebiliyorlarsa ona göre uygun önlemler almalıdırlar. Böylece yaşanılan olumsuzluklardan en az zararla kurtulurlar; "Han'ın Kötülüğüne Cevap" adlı fıkrada; kötü huylu Han, vergi memurunun işini teftiş etmek ister. Onun halktan az vergi topladığını, hesap defterine doğru işlemediğini anlayınca, çok öfkelenir ve hesap defterini vergi memuruna zorla yedirerek hapse attırır. Daha sonra Han, vergi memurluğu görevini Nasreddin Hoca'ya verir. Aradan bir süre geçtikten sonra Han; "Hoca, hesap defterlerini de alıp gelsin!" diye emir verir. Hoca'nın, hesapları deftere değil, kül pidesine yazdığını görünce, çok kızar; "Sen neye yazmışsın! Bizim memlekette kâğıt kalmadı mı?" diye bağırır. Hoca; "Şan olsun Hanımıza, ben sizin öfkeleneceğinizi ve bana da hesap defterlerini yedireceğinizi önceden biliyordum. Sizin ilk vergi memurunuz gibi hesap defterlerini yiyemeyeceğim için, tedbirimi önceden aldım." der (Özkan, 1999: 33-34).
Genellikle; "Bir musibet, bin nasihatten yeğdir." misali, olumsuzlukları yaşadıktan sonra tedbir alma yoluna gideriz. Oysa olacakları önceden tahmin edip ona göre yol izlemek akıllıca bir davranıştır, tıpkı Nasreddin Hoca'nın yaptığı gibi; "Hoca'nın Son Sözü" adlı fıkrada ise, Hoca'nın cesaretini denemek isteyen Han, asılması için cellâtlara teslim ettikten sonra son sözünü sorunca, Hoca; "Boynumdan gıdıklanırım, beni belimden assınlar!" der. (Özkan 1999: 37) Hoca böylece, şaka da olsa "her sözü emir olan" padişaha karşı çıkamayacağını bildiği için kendi metoduyla canını kurtarma yolunu bulmuştur.
Yönetilen Grup, Bazen Cezayı Hak Eder: Bazı topluluklar, gösterdikleri tutum ve davranışlarla kötü muameleye lâyıktırlar. Kur’an-ı Kerim'de, İsrâ Suresi'nin 16. ayetinde; "Bir ülkeyi helâk etmek istediğimiz zaman oranın devletlilerine (ileri gelenlerine) emrederiz; onlar itaat etmeyip orada kötülük işlerler. Böylece o ülke aleyhine hüküm hak olur! Artık onu yerle bir ederiz." ve Hûd Suresi'nin 89. ayetinde "Ey toplumum! Bana kafa tutmanız, sakın sizi Nuh kavminin yahut Hûd Kavminin yahut Salih Kavminin başlarına gelen musibetle yüz yüze getirmesin. Lût kavmi de sizden pek uzak değil."  şeklinde, doğruluktan sapan milletlerin Allah'ın gazabına uğrayarak yok oldukları anlatılır. Bu bağlamda Hoca'nın meşhur "Fil" veya "Belânın Dişisi de Geliyor" adlı fıkrasını ele aldığımızda; "herkes hak ettiği yönetim şekliyle yönetilir" mesajının verildiğini söyleyebiliriz. Hoca, sözünde durmayan, yapılması gereken fedakârlıkları hep başkasından bekleyen, âdeta; "Bana dokunmayan yılan bin yaşasın" felsefesiyle hareket eden topluluğu (yönetilen grubu) maruz kaldıkları kötülüğün iki katını getirterek cezalandırır. Günümüzde yaşadığımız birçok olay "fil" fıkrasını aratmayacak cinstendir. Lafa gelince "mangalda kül bırakmayan" toplumumuz, icraata gelince işi hep başkasından bekler. Devletin idare ediliş şeklinden şikâyet edenler, oraya gelenlerin kendi oylarıyla seçildiğini de bilmelidirler.
Nasreddin Hoca, Çeşitli Yönleriyle "İdeal Yönetici" Profilini Çizer: Nasreddin Hoca'nın bazı fıkralarında iyi ve başarılı bir yöneticinin nasıl olması gerektiği vurgulanır. İyi bir yöneticide aranması gereken şartların başında adaletli olması gelir. Burada, yöneticilikle hukuku birlikte değerlendirip, olaylara "davalı-davacı" açısından baktığımızda,  Nasreddin Hoca'nın özellikle "Kadı" rolünde birçok davaya âdilâne çözümler getirdiğini görürüz. Hatta bazı fıkralarda davayı çözemeyen Kadı, Hâkim veya Padişah Hoca'dan yardım isteyerek onun adaletinden yararlanır. Bir anlamda Hoca, Hükümdarın veya Kadının danışmanı gibidir.
"Tavuk - Yumurta" fıkrasında da Hoca, kötü kalpli hancı ile rüşvetçi kadı karşısında haksızlığa uğrayan adama yardımcı olup onlara arabuluculuk yaparak, davanın âdil bir şekilde çözülmesini sağlar. Aslı bir masal olan bu fıkrada bir adam, geceyi geçirdiği handa, hancının getirdiği kızarmış tavuk ile iki yumurtayı yer. Daha sonra yeme ücretinin fazla olmasına itiraz edince hancı; "Şayet bunları size vermeseydim, tavuklar yumurtlayacak, yumurtadan civcivler çıkacak ve benim bir kümes dolusu tavuğum, yüzlerce yumurtam olacaktı. Oysa siz bunların hepsini önlediniz." der. Adam, hancı ile anlaşamayıp da iş, rüşvetçi olduğu söylenen kadıya düşünce, adaletine güvendiği Nasreddin Hoca'dan yardım ister. Hoca, duruşmaya epeyce geç gelerek; ortağıyla birlikte kaynamış buğdayları ektiklerini, onun için de geciktiğini belirtir. Kadı bu sözlere çok kızıp; "Hoca, neler söylersin sen? Bir de aracı diye seni karşıma çıkarttılar. Hiç kaynamış buğdayı tarlaya ektiren birinin sözü, aklı dinlenir mi?" Hoca, beklediği tepkiyi alınca gülerek; "Kadı Hazretleri! İki kızarmış tavukla dört yumurtadan koca bir kümes dolusu tavuk, yüzlerce yumurta oluyor da neden pişmiş tohumdan buğday çıkmasın?" der. (Tokmakçıoğlu 1981: 172-174).
Sonuç olarak Nasreddin Hoca, gerek yönetici gerekse yönetilen konumunda olduğu birçok fıkrasında yanlışın, kötünün, haksızlığın, zulmün karşısında olmuştur. Bu karşıtlığı kaba kuvvetle değil, mizahın gülen çerçevesi içerisinde dilinin ve aklının gücüne sığınarak hicvetmiştir. O, yöneticiliği üstlendiğinde, bir yöneticide bulunması zorunlu olan vasıfları, doğru ve adaletli yönetici olma karakterini bir takım hüküm ve kararların verilişinde sergilediği tavırlarla en güzel şekliyle çizer. Fıkralarında, sosyal düzeni, olması gerekeni, adaleti, doğruluğu, dürüstlüğü, eşitliği, hak ve hukuku, örneklemelere kendisini de koyarak yansıtır. Ayrıca Hoca fıkralarıyla, yönetilen kesimin de bilinçli olmasını, gerektiği yerde hakkını aramayı bilmesini, uygun şekilde ders verebilmesini öğütler. Bugün de insanların üstlerinden veya astlarından bekledikleri davranış biçimi, bunlardan farklı değildir.


Yazarın Diğer Yazıları