Cemaat Mi, Cem’i At Mı?

    İftiradan konuya giriş yapmak istiyorum. İftiranın, gerek dinen, gerek ahlâken ne denli önem arz ettiğini bilirsiniz. İftira; yalan söylemek, uydurmak, asılsız isnatta bulunmak gibi anlamlara gelir. Olmayan bir hâlin olmadığının söylenmesi kadar, insanı zor duruma düşüren, lekeleyen ve kişinin toplumda değerini zedelenmesine yol açan daha tehlikeli bir durum yoktur. Çoğu kez zayıf iradeli kişi ya da gruplar tarafından karşı tarafa sergilenir bu tavır ki sebebi de o kişilerin elde etmek istedikleri menfaatleri, elde edecekleri güçleri olmadığında son çare olarak karşı tarafı ‘illegal’ yöntemlere başvurarak düşürmeye çalışmakta bulurlar. Günümüz meselesinin de bununla yakından ilintili bir konu olduğunu da düşünerek yazıma böyle bir giriş yaparken ilk kurduğum cümleyi tekrar hatırlatarak devam etmek istiyorum. “ İftiranın, -gerek dinen ve gerek ahlâken- ne denli önem arz ettiğini bilirsiniz” demiştim.
     Evet, insanlık ve vicdan için bir yana, din kelimesinin yanına dahi yakışmayan bir kelimedir iftira… Din, bir ahlâki kurallar bütünüdür bir nevi. Din; merhamet, vicdan, adalet ve kul hakkına titizlikle uymak demektir. Cemaat ise; kelime anlamı olarak topluluk, kalıplaşmış anlamı ile ise bir din yolu üzerinde Allah rızası üzerine yaşamak için bir araya gelmiş başında imam veya önderin bulunduğu grup demektir. Şöyle bakarsak; Cemaat, insanları dinin emrettiği şeylere taşımaya çalışan ve yönlendiren değil midir? Peki, böyleyse neden kendi taşıdıkları amaçla zıt düşerler? Bir cemaat mensubu ya da önderi neden dinin sakındırdığı iftirayı kendileri atar, bu bir çelişki değil midir?
    Size bu konuda yakinen şahit olduğum bir olayı aktarmak istiyorum:  Kazakistan’da cemaatin Çimkent’te bulunan kızlar lisesine yıllık yüz dolara öğrenci kaydı yaptılar ki bunlardan birisi de baldızımın kızı idi. Ama sonra her ay yüz dolar daha ekleyerek ailelerin altından kalkamayacağı bir ücrete çıktılar. Sonunda aileler bu duruma isyan ederek topluca okulun kapısına dayanırlar. Tam bu esnada içlerinde Konyalı bir işadamı arkadaşımın da bulunduğu “sponsor ağabeyler” de okula gelirler. Kapıda bu durumu görünce içeride okul müdürüne sorarlar sebebini. Onlara denir ki: “Bu aileler ‘bizim kızlarımız eskiden diskoya giderlerdi ve mini etek giyerlerdi, şimdi ise rahibe hayatı yaşıyorlar’ onu protesto ediyorlar.” Bir millete ancak bu kadar iftira edilebilir.
    Konudan hareketle, hiçbir din yolunun siyasetle parasal menfaatlerle işinin olmadığının bilincine varmak gerekmektedir. Aynı şekilde dinin kesinkes yasakladığı gayr-ı ahlâki bir davranışın yani iftiranın da bir cemaat tarafından bu kadar kolaylıkla atılması mızrağın çuvalı geçtiğini gösterir.
    Aynı zamanda din demek kul hakkında titizlik, bu konuya riâyet etmek demek demiştim. Ha esnaftan ürün çalmışsın, ha bir insanın emeğini çalmışsın ikisi de bir. Bu konuda da birinci ağızdan duyduğum bir olayı sizlerle paylaşmak istiyorum. Konya’da cemaat mensubu bir iş adamı arkadaşımın abisinin oğlu cemaatin evlerinde kalıyor. Fakat bu genç polis okuluna gitmek istiyor. Sınavdan kısa bir süre önce çıkması garanti olan sınav sorularının cevapları veriliyor. Genç de bu sınavı kazanıyor ve polis okuluna giriyor. Fakat bir taraftan da vicdan azabı çekiyor ve amcasının yanına giderek “Amca bu soruları bana verdiler ama benim vicdanım rahat değil, güya dindarız ama bir taraftan da bu yaptığımız hırsızlık olmuyor mu? “ diye amcasına yakınıyor. Genç hem okula devam ediyor hem de vicdan azabı çekmeye devam ediyor.
     İşte dinin bir temsili olan cemaatin, dinin yaşanmasında ve bu tür konularda kati suretle amaçlarına yakışır bir şekilde örnek olmaları gerekirken, ahlâki ve etik olarak böyle haksız ve çirkin bir konuda ön ayak olması çelişkilerin en büyüğüdür. Menfaatleri ve Türkiye de kendi cemaat mensuplarından olan kişileri her yere yerleştirme istekleri uğruna, iftira ve kul hakkı yemeyi meşru görmek kabul edilebilir bir şey değildir.
    Bu durum, cemaatin bir din yolu olmaktan çıkıp siyasi ve ekonomik bir örgütlenme haline geldiğini tüm örnekleriyle gözler önüne sermektedir. Ayrıca cemaatin başındaki imam ya da önderlerinin kumandayı elinde bulundurur gibi komutlarıyla hareket eden önderlerinin kitaplarını elinden düşürmeyip menfaat söz konusu olduğunda önderin bile kutsal kitabı ya da dini mahiyetli tüm kitapları bir kalemde silip gayr-ı meşru emirler verdiği ve uygulandığı da şaşırtıcıdır. Bu ne bir tasavvuf yoludur, ne de bir ahlâki yoldur. Bu yalnızca insanların dini duygularının, önderlerinin yazdığı kitaplar aracılığıyla kullanıldığı çıkarların, din sosuna bandırıldığı bir topluluk adıdır.
    Artık her şey kendi kulvarında yaşasın ve en önemlisi de buna en çok biz dikkat edelim. Din kendi amacı, siyaset te kendi amacı içinde yaşasın. İnsanların ideolojilerinin bir zaaf olarak kullanılmasına izin vermeyelim…


Yazarın Diğer Yazıları