28 Şubat Ve ABD Dış İşleri’nin Yedinci Katı

12 Mart 1997’de ABD Dışişleri Bakanı Albright’ın çağrısıyla; Bernard Lewis (Neo-conların ve Amerika’daki İsrail lobisinin beynidir. Öteden beri Türk Genelkurmay’ı ile çok sıkı ilişkileri vardır.) Paul Wolfowitz, Richard Perle, ABD eski Ankara Büyükelçisi Morton Abramowitz (İsrail düşünce kuruluşu başkanı), Alan Makovsky (Washington Institute Türkiye bölüm başkanı) gibi önemli isimler, bakanlığın yedinci katında kritik bir toplantı yapmışlardır.

Resmi belgelerle sabit olan bu toplantıda “Türkiye’deki iktidarın doğrudan askerî bir darbe olmadan, post-modern bir darbe ile indirilmesi” kararı almışlardır. 

Abramowitz’in “Türkiye-Amerika ilişkilerinde yazılı olmayan bir kod vardır. Erbakan bu kodu bozdu. Amerika, ne yapacağı kestirilemeyen, kontrol edilemeyen müttefikten hoşlanmaz. Erbakan, -yapma dendiği halde- ilk gezisini İran’a, ikinci gezisini Mısır, Libya ve Nijerya’ya yaptı.” sözleri ilginçtir ve her şeyi özetlemektedir.

 “Ne yapacağı kestirilemeyen, kontrol edilemeyen“ hükümet, 17 Haziran’da (bu toplantıdan dört ay sonra) düşürüldü. Yerine darbe ile kontrol edebilecekleri bir iktidar getirildi.

İçte de; “devlet ve rejim için, dinin ve dindarların en büyük tehdit olduğu imajıyla kutuplaşmayı, bir kutbun diğerini tehdit unsuru olarak görmesini sağlamayı ve toplumsal yapımızı tahrip etmeyi” planladılar.

Merkez medya, “yasal maskeli askeri müdahale” adına “psikolojik harekat” yürüttü ve “tetikçilik” yaptı.

İş dünyası, yargı, üniversiteler, sendikalar, işveren ve kitle örgütleri, dönemin cumhurbaşkanı ve bir kısım siyasiler ve meslek odaları, askerlerle el ele verip Türkeye’de “bir çadır tiyatrosu” sahnelediler.

Her akşam ekranlarda “temin edilmiş figüranların hu çeken görüntüleriyle hedef şaşırttılar. ”   İnsanları fişlediler, iftiralar attılar, işten attırdılar, hayatlarını kararttılar, cinayetler işlediler, tuzaklar kurdular.

Halkı irticayla korkutmak için yapmadık rezillik ve alçaklık bırakmadılar.

Anadolu sermayesini bir süreliğine öldürdüler. Bankalara ve ihalelere çöreklenerek ülkeyi soydular.

Çaldıklarının bedelini  2001 kriziyle halka ödettiler.

Ama, 28 Şubat’çıların hesabı ters tepti. Millet, yapılan zulümleri gördü. 28 Şubat’ta yaşadığı travma ve örselenme ile bilinçlendi. Türkiye’de değişimi sırtlayan güçlü iktidarları iş başına getirdi.

Yaşanan travmalar reformist politikalar üretmeyi zorunlu kıldı. Bu; Türkiye’nin ekonomik, teknolojik, askeri, bürokratik, demokratik, sınıfsal, siyasal açılım ve ilerlemelerini beraberinde getirdi.

“Askeri vesayetten arınma”  ve “değişim” sürecinin, 28 Şubat’a imkan veren yapıyı önemli ölçüde tasfiye ettiği, toplumu devleti ve ordusuyla barıştırdığı, halk ile eliti birbirine yaklaştırdığı doğrudur.

Ancak, 28 Şubat zihniyetinin ve millet iradesinin darbe ile iktidardan uzaklaştırılması tehlikesinin tamamen ortadan kalktığını söylemek mümkün değildir. Üstelik, 28 Şubat’ın failleri henüz cezalandırılamamış, darbe heveslileri caydırıcı bir müeyyide ile karşı karşıya bırakılamamıştır.

Türkiye 28 Şubat’ı yaptıran egemen güçlere boyun eğmediği, milli menfaatlerini öncelediği sürece metodlar değişecek, ama darbeler ve darbeciler daima var olacaktır.

Önemle belirtmek gerekir ki; tüm toplum kesimleri olarak 28 Şubat’ın toplumsal yapımızda oluşturduğu “kutuplaşmanın” tarafı değil, “birlik ve beraberliğin” savunucusu ve uygulayıcısı olmak zorundayız.

Yaşadığımız bu zor günlerde, “birlik ve beraberliğe” her zamankinden daha çok ihtiyacımız vardır…


Yazarın Diğer Yazıları