AYASOFYA’DAN TÜM DÜNYAYA...
“Hayatın Masası”
GÖĞE BAKALIM
Konya raylarla geleceğe taşınacak
Stresten Nasıl Kurtuluruz?
Efsanelerin Yemişi
Göztepe’nin Hesaplarını Tunahan Bozdu
Linç Edilen Hekim ve Sessiz Çoğunluğun Feryadı
Teknolojinin Bizden Aldıkları
MALAZGİRT ZAFERİNİ KUTLAMAYI HAK EDİYOR MUYUZ?
Laik hutbe verelim
Kripto para piyasaları bir oyun alanı değildir
İNSAN İÇİN ANCAK ÇALIŞTIĞININ KARŞILIĞI VARDIR
ASIRLIK ÇINAR ALTINDA AKŞEHİR
İç sahada alınan net galibiyet
Rakamlarla Otomobil Piyasası
BASIN DİLİ
Bundan iki yüz sonrası yaşansa tarih kitapları acaba bugün için neler derlerdi?
Sosyologlar, felsefeciler, kültür araştırmacıları hangi başlıkları atacaklardı tartışmalara…
Ben bir tanesini tahmin edebiliyorum Superego ve ego çorbası. Hem de soğuk!...
Abdullah Ensar'ın sevdiğim bir sözü var: "Kişinin lafı işinden fazlaysa ahmaktır.”
Ne çok pay çıkartır insan bu sözden kendisine. Tefekkür ile…
Çalışma yok, çaba yok ama herkes her şeyin uzmanı! Kocaman laflarla ülkeler kuruluyor, kıtalar keşfediliyor. Görülmemiş yerler anlatılıyor, yazılmamış besteler çalıyor kulaklarda.
Gönle dokunmayan cümleler, öğüt veren ama derde merhem olmayan kelimeler…
Ne çok şey yazıyor insanlar ne çok konuşuyor. İcraat belirsiz...
Yoo yo belirsiz değil. İcraatsız!
Her şey karmakarışık oldu.
Meşhur Pamuk Prenses masalındaki kandırıkçı cadı misali herkes.
Burnu uzayan Pinokyolar. Kırmızı başlıklı kızı yutan doyumsuz kurtlar.
Yıkımlar, yıkıntılar içerisinde bir kalp, büyüleyici lakırdılar fısıldıyor.
Nasihat veren herkes ibretli sözler konuşuyor.
Oysa geçmişte öyle miymiş?
"Ulema” denen sınıfla, belirli seçkin bir sınıfın hitaplarına itibar edilirmiş.
Öyle her önüne gelen ilgisi olmayan işlere muhatap olmazmış. Geçmiş şöyleydi böyleydi demek istemiyorum aslında ama; Ne güzelmiş be geçmiş...
Bir edep ölçüsünde, söze büyük bir saygı, söyleyene sonsuz hürmet varmış.
Sanırım geçmiş... Geçmiş ve gitmiş!
Hakikatten uzak ufuklardan önemsiz gibi görünüyor her şey...
Oysa belli ölçüleri olmalı konuşmanın. Her kafadan kendince bin hikmet çıkıyor.
Gençler hikmet sağanağının içinde kayboluyor.
Sonra tufanlar, sular seller alıyor asıl marifeti.
Diller acımasızca, sorumsuzca konuşuyor. Konu hakkında dersler veriyorlar.
Malumunuz, Hoca Nasrettin hekime gidince sorusu şu: "sen hiç bu hastalığa tutuldun mu?” Tüm tıp literatürünü bilmek ve pratiği elbette önemli.
Ama hastalık çekmeyen ne kadar, nereye kadar hikmet verecek?
Diller bülbül misali şakıyor, peki ya gönüller?
Gönüller ne alemde usta...
İşte bu çetrefilli ve uzun konunun sonu "Çok bilen çok yanılır” lafına kadar varıyor.
En iyisi şu sözlerle bitireyim bitmeyen meseleyi;
Muhakkak dil ifade eder, edecek te ama kalbimizle de duyabiliriz be... Duymalıyız!
Hiç yoktan denemeliyiz, ne kaybederiz hem kazancı da ekleyeceğiz ömrümüze.
Deneyelim ölmeden konuşmayı, ama çabaladığımızı, bildiğimizi konuşalım.
Haddimizi aşmadan paylaşalım…
Öğretelim tüm yüreklere…
Suskun kalmasın diller!
Efsanelerin Yemişi
Sessiz Tanık / Saatli Cami
Kommagene’nin Kalbi PERRE
Mehir’le Kurulan Yüz Yuva
Konya’nın Yüreğine Ateş Düştü
Tarsus’ta Bir Nefeslik Yol Hikayesi
Perdeler Anılar Kapılar
GÖKLERDE BİR DESTAN: KONYA’DA ANADOLU KARTALI-2025
Dijital Çıplaklık
Taşkuyu’nun Sırrı