Ölmek İstemeyen Bir Mazi mi, Doğmak İsteyen bir İstikbal mi?

7 Ekim 1808'de çıkarılan "Senedi İttifak” ile Ayanlara bir kısım yetkiler verilmesi ile başlayan yönetime halkı/Cumhuru/Milleti dâhil etme çalışmaları, meşrutiyet v.b. çalışmalarla devam etti.

98 yıllık Cumhuriyet'in en büyük gücü, isminde vurgulanmış olan "Cumhur/Milleti”i yönetimin merkezine yerleştirmeye çalışmasıydı.

Muaviye bin Ebu Süfyan'ın Hz. Hasan (r.a.)'a yazılı bir mutabakat üzerinden söz vermesine rağmen oğlu Yezid'i veliaht yapması ile başlayan ve daha çok Bizans sistemiyle takviye ettiği İslam'a aykırı, en büyük bid'at olan Saltanat sistemi; maalesef idarede temel bir tercih oldu.

Cumhuru halkın kendisi değil, "seçilmiş” aileler yönetti asırlar boyunca.

Emevi, Abbasi, Selçuki, Osmani, Memlüki, Samani v.b.

Bu yaklaşım sadece Müslümanların değil, bütün dünyanın temel tercihiydi.

Hz. Peygamber (s.a.v.) ve Raşid Halifeleri bu kadim Kabil'le başlayan saltanat sistemini uygulamayla Habil'in savunduğu Hilafet sistemi ile değiştirmeye çalıştılar. Bizzat uyguladıkları Allah'ın yeryüzündeki halifesi olarak tamamen O'na bağlı bir sistem kurarak insanlığa Asr-ı Saadeti yaşattılar. Hilafet sisteminin manifestosu "Veda Hutbesi” idi.

Ancak bu gayret ve çabalar Hz. Peygamber (s.a.v.)'in vefatından sonra sadece 30 yıl sürmüştü.

Tabii ki Kabil'in mirası saltanat sistemi yanlış olsa da aralarda başındaki iyi insanların inisiyatifi sayesinde iyi, güzel örnekler oldu; fakat bizim konumuz tamamiyle sistemle alakalı…

Batı'da 1216 Magna Carta biz de 1808'de Ayanlara verilen haklarla başlayan Cumhuriyet çalışmaları bugün çok ciddi aşamalar kaydetti.

Cumhuriyetin kaliteli bir iş çıkarması "cumhur”un alt konularda bütün renklerini ortaya koysa da; üst başlıklarda, ortak paydalarda bir ve beraber olarak hareket etmesine bağlıdır.

Son yaşadığımız 4 Nisan Emekli Amiraller e-bildirgesi de dâhil Cumhuriyete yönelik 31 Mart Darbesinden başlayan bütün tecavüzler "cumhur”dan kopuk İMTİYAZLI gruplarca gerçekleştirilmiştir.

Darbelerin olgunlaştırılmasında imtiyazlı gruplar "cumhur” içerisinde yer alan farklılıkları bir fay hattı haline getirip; oralar üzerinden amaçlarına yürüdüler.

Sağ-sol, Türk-Kürt, Alevi-Sünni, Laik-Anti-laik v.b. farklılar darbecilerin üzerinde tepindiği alanlardı.

İsimler farklı olsa da işin temelinde Ali Fuat Başgil'in yaptığı şu tespit vardı:

Türkiye'de ölmek istemeyen bir mazi ile, hayata doğmaya çalışan bir istikbal var. Milletin selameti, bu kavgayı izlemek değil; musalahasına katkı vermektedir. (Başgil, Din ve Laiklik)

Cumhurun üyesi herkes alt başlıklarda özgünlüğünü muhafaza ile ülkesine katkı verirken, üst başlıklarda ittifak halinde birlik ve beraberliğimize destek olmalıdır.

Bu konuda en büyük ihtiyacımız herkesin kendi adına tam anlamıyla "öz-eleştiri” yapıp, "ben” demeyi bırakıp,” öteki”sini yok ederek "biz” olmanın yolunda yürümektir.

Bu kutlu yolda cumhurun önündeki Gordion düğümü şekline gelmiş en önemli problem şudur:

Vekaletini verdiği temsilcileri sistemin sağladığı İMTİYAZLAR değiştirmekte, dönüştürmekte, elitize etmekte, haksız, emek verilmeden edinilmiş KONFOR onları çürütmekte, başladıkları noktalardan değiştirmek için geldikleri STATÜKO'nun yılmaz bir savunucusu ve ayrılmaz bir parçası haline getirmektedir.

Bu imtiyazlı sınıf statükonun sıcak kucağında temsilcileri cumhurun görüşlerini lütfen, dostlar alışverişte görsün, gibi ve show ağırlıklı dile getirmekte; ama iş sistemin kendilerine yönelik ortak imtiyaz alanlarına geldiğinde kenetlenmektedirler.

Cumhur çıktığı yoldan dönmeyecek, kendine yakın insanlara vekalet vermeye devam edecek, kendinden kopmuş adamları ve hareketleri tarihin tozlu raflarına kaldıracaktır.

Kendinde hiç kopmamış adamları ise tek başlarına olsalar, azınlıkta kalsalar, iktidarda uzun süre tutulmasalar bile tarihin altın sayfalarına kaydedeceklerdir.

Yeni Zelanda ve İskandinav Ülkelerindeki örnekleri cumhura yakın insanların yönetimdeki başarıları için çok ileri örnekler olarak karşımızda durmaktadır.

Cumhur/Millet'in durduğu yer bellidir, kendine yakın olana desteğe devam eder, kendisinden kopana yol verir; ama yetmez.

Cumhuru teşkil eden herkes bütün sıkıntılarımızın kaynağı "ben”liğini, "biz”lik havuzunda eritebilse gerçek anlamda cumhur/millet olur ve temsilcilerine de daha etkin yansıtır.

Ölmek istemeyen mazi de bizim, doğmak isteyen istikbal de.

El ele istikbale yürümek istiyorsak önce buz parçası hükmündeki benliklerimizden, sonra samimi kucaklaşmayı engelleyen dikenler olan her türlü imtiyazlardan en hızlı şeklide kurtulmalıyız.

İslam'ın köprüsü olan zekât, sadece mal-mülk hususunda değil; ilim, fazilet, makam-mevki gibi her tür rızıkta PAYLAŞMAYI ve havas ile avam arasındaki mesafeyi daraltmayı emreder.

Havas ile avam arası mesafe ne kadar daralırsa cumhur/millet o kadar güçlü olur.

O güçlü potasında ölmek istemeyen maziyi de, hayata doğmak isteyen müstakbeli de eritir ve yeniden şahlanışın önünü açar.


Yazarın Diğer Yazıları