OSMANLI VE DÜNYADA ZENAATTEN SANATA

Harcıâlem kumaşlar 

 

Dîbâ hem saray ortamında, hem halk tabakaları arasında -tabi eli ve gücü yetenler için- çokça tercih edilen ipeklilerin ilk sırasında yer almıştır. Bu Fransızların "Brocard" dedikleri çiçek nakışlı bir  ipekliydi. Bunun da altun tellisi", "heft renklisi”, "Acem dîbâsı”, "Frengi dîbâ”,  Venedik'in heft renkli turfanda nakışlı dîbâsı", "İstanbul'un telli al dîbâsı" türleri vardı. Lâle Devrinde, dîbânın çatma kadar makbul ve moda olduğunu, Nedim'in dizel dayanarak ileri mümkündür: 

 

"Güllü dîbâ giydin ammâ korkarım âzar eder 

Nâzeninim sâye-i hâr-ı gül- i dîbâ seni" 

Yine o dönemlerin bir darbımeseli olan 

"Kimi seyrana gider atlas u dîbâ girerek 

Kimi mendil bulamaz dîdeden eşkin silecek" 

Beytinde ise toplumsal realite vurgulanmıştır. 

 

Atlas, daha tanıdık bir kumaştır ve en azından yakın zamanlara kadar kullanılmışlığı vardır. Oysa kemhadan dîbâya kadar kumaşların sanki bir zümrüd-i anka özellikleri gizemleri söz konusudur. Onları ancak saray vitrinlerinde görmek mümkündür. Oysa, evlerinde, anadan atadan kalma atlas üzerine işleme bohçalar, yastık yüzleri, yelek veya fistanlar bulunanlarımız az değildir. İnce ipekten dokunan ve Osmanlılığın son dönemlerinde makine üretimine dönüşen atlas dokumacılığın da saraydan halk tabakalarına uzanan yaygınlığı olagelmiştir. Padişahlara Bursa'nın al, mor, mavi, yeşil ve boylamasına yollu atlaslarından üstlükler dikilirken köy düğünlerinde de ata bindirilen gelinin ağıya masmavi, kıpkırmızı atlas duvaklar örtülmüştür. 

 

 

Selimiye çözgüsü ve atkısı ipekten, çubuklu desenli, küçük çiçekli bir İstanbul kumaşı olarak 18. yüzyılda Üsküdar - Ayazma'daki ipekli tezgahlarında dokunmaya başlamıştır. Bir 16. Yüzyıl kumaşı olan "Gezi", çözgüsü ipek, atkısı ipek ve iplik karışımı, dokuma tekniği oldukça farklı, desenleri nisbeten

kabarıkça ve hareleriye beğeni kazanan bir kumaş olmuştur. Bunun janjanı ya da haresi, kızgın mengeneyle verilirmiş. 

 

"Kutnî" ipekli, kalın, en dar bir başka kumaştı. Fes kırmızısı zemin üstüne sarı çubuklu deseniyle tanınıyordu. İstanbulluların döşemelik olarak kullandıkları bu kumaşa Anadolu halkı "kutnu" diyor ve bundan üç etek, dört etek, kenarları kaytanlı entariler dikiliyordu. Bu kumaşın Hindistan'dan gelenine veya o örnekte dokunanlarına "kutnî-yi Hindı" deniyordu. 

 

İstüfe", sırma taklidi iplikler teller ile veya adi klapdanla dokunan ipek atkılı tokça bir kumaştı. Bunun telli olanına telli istüfe deniyordu. Özellikle Doğu bölgelerinde gelinlikler bu kumaştan yapılırdı. Gelin çeyizlerinden eksik olmayan "Canfes" ise geleneksel bir kumaştı. Bu ince ipekten el dokumasının özelliği, sarı, al, mor, yeşil... mat, düz renk ve hareli olması, idi. 

 

Son dönemelerde Avrupa tekstil sanayii, bir canfes taklidini Osmanlı ülkelerine "mantini" adıyla canfes taklidi adi bir kumaş ihraç etmiş; mantini fistan, şalvar, ferace çarşaf modası yayılınca canfes dokuyanlar iflasa sürüklenmişti.

 

İstanbul Kapalıçarşı'daki yeni Bedesten'e adını veren "sandal" da ipek-pamuk karışımı makbul bir kumaştı. Deseninin bir yolu ipekten, bir yolu pamuktan dokunurdu. Çitari ya da halk dilindeki adıyla "şetari" de ipekle karışık pamuk ipliğinden dokunan çubuklu bir kumaştı. İstanbul sularında avlanan bir balığa da çizgilerinin benzemesinden dolayı "çitari balığı" deniliyordu. 


Yazarın Diğer Yazıları