OSMANLI VE DÜNYADA ZENAATTEN SANATA

Osmanlı dönemi gümüş mıhlamaları arasında ilk sırayı kemerler, kemer tokaları, hamailler, 

tepelikler, enli bilezikler, kılıç kınları alır. Kadın takıları olarak yapılan tepelik, kemer ve tokalarda, mıhlama taşı olarak ekseriya oval mercanlar kullanılmıştır. Osmanlı altın mıhlama eserleri arasında ilk sözü edilmesi gereken, Topkapı Sarayı hazine dairesinde saklanan cülus ve bayram tahtıdır. Osmanlı padişahlarının birçoğu, cüluslarında bu tahta oturarak bilatları kabul etmişlerdir. 

Saray kuyumcularının yaptıkları paha biçilmez murassa sanat eserleri de yine Topkapı Sarayı Müzesi Hazine dairesinde bulunmaktadır. Bunların en bilinenleri, padişahın katıldığı büyük törenlerde ibriktar ağanın taşıdığı 16. Yüzyıl işi tören mataraları ve ibrik, padişah sorguçları, kabzalarına iri zümrütlerin mıhlanmış olduğu hançerler, buhurdan, gülabdan, sürahi, saat vb. saray eşyalarıdır. 

Savatçılık

Arapça "kara" anlamındaki sevad sözcüğünden gelen "savat" deyimi, gümüş üzerine siyah nakışlar yapma işine denilmiştir. Yukarıda açıklanan kalemkarlığın bir ileri aşaması olarak da kabul edilir. Çünkü savattan önce, bu işlemin tatbik edileceği tokaların, kemerlerin, han- çer kabzalarının, tütün tabakalarının, muska ve hamaillerin, dua taslarının, fincan zarflarının yüzeylerine, kalemkerler tarafından çeşitli motifler, desenler, arma, tuğra, resim vb. şekillerin işlenmesi gerekmektedir. Savatçılar, belirli oranlarda gümüş, bakır, kurşun ve kükürt karışımın- dan elde ettikleri alaşımı dövüp tülbentten geçirerek ince siyah bir toz hazırlar, bunu söz konusu motif, yazı ve resimlerin üzerine kuru olarak sıvayarak "ekme savat"; tozu boraksla karıştırıp macun haline getirdikten sonra sürmek suretiyle de "sürme savat" yaparlarmış. Bu şekilde yapılan madeni eşyaları bir zamanlar Avrupalılar da ararlar; savatlı Türk tabakaları Paris kuyumcularında satılırmış. I. Dünya Savaşı öncesinde Van'da 120 dükkanda, 400 dolayında usta ve kalfanın savatçılık yapmış olmaları; ayrıca Sivas'ta, Erzincan'da, Trabzon ve Samsun'da da savat işleyen kuyumcular bulunması, o zamana kadar geniş bir pazarın olduğunu göstermektedir.

İster Van'da, ister Kafkasya'da veya Trabzon'da yapılmış olsun, savatlı takımların, hele resimli tütün tabakalarının, bunları taşıyanlara yaşattığı apayrı bir zenginlik duygusu mutlaka vardı. Bir mecliste böyle bir tabakayı, koyun cebinden çıkartıp "tık!" diye yumuşak bir ses veren kapağını açarak tütün sararak, sonra kapatıp meclistekiler de sarsınlar diye tabakayı halının üstünde ortaya kaydırmak; alanların, kumaşlar arasında cilalanmış gümüş tabakanın zarafetine, üzerindeki betimlemelere veya desenlere içlerinden "-Ah, Benim de olsa!" dercesine bakışlarını görmek... Veya, bir süvarinin, kendi üzerinde ve eyer takımında ışıldayan savatlı gümüşlü kamçılar, tokalar, sarkıtmalar, barutluklar... ile at koşturması artık dünlerde kalmış güzel duygulardır. Bir ozan, savatlı bir gümüşten aldığı esinle şu beyti yazmış: 

"Nikabın simsiyah etmiş, çalışmış eylemiş icad 

Savat-ı ziyneti yer yer gümüşte gösteren üstad" 

Ana yurdu Dağıstan olan savatçılığın, Osmanlı sanatları içindeki saygınlığı çok değil belki yüz, yüz eli yıl sürmüştür. Ama, yaylalardaki çobanlardan, köylerdeki rençperlere, kentlerdeki esnafa, evlerdeki kadınlara kadar her Osmanlıya, bir tabaka, bir ağızlık, bir kamçı, bir kemer, bir bilezik, olmadı savatlı bir gümüş yüzük edinebilme olanağı bahşeden savatçılığın bu özelliği, öteki kuyumculuk dallan için aynı oranda söz konusu olmamıştır. 

Kaplamacılık: 

Tombak, varak, yaldız

Osmanlı kuyumculuğunun diğer sanatlara katkısı başlıca üç ayrı dalda olmuştur: Bunlar, bakır, kalay, tutya, pirinç vb madenlerden yapılan eserlerin, altınlı bir alaşımla sıvanması suretiyle yapılan tombak işleri; kağıt, deri, tahta, cam, çini, üzerine uygulanan altın varak veya altın yaldızı işleridir. 


Yazarın Diğer Yazıları