OSMANLI VE DÜNYADA ZENAATTEN SANATA

Gerek Mustafa Aksarayî'nın ve gerek diğer üstadların hizmetleri de cidden iftihar vesilesidir. Bunlardan başka daha bazı cep saatleri de elime geçmişse de bunları yapanlar, Belçika'nın'çarkını, Fransa'nın'yelkovanını, ingiliz rakkasını bir araya getirerek del me takma denilen şekilde birşeyler vücuda getirmişler ve içerisine bir de 'Amel-i filan' yazarak işi olmuş bitmiş sanmışlar. Bunlardan bir tanesinin kapağındaki: 

 

Deme san-kim Kirkor ahbar zenaatden ne kapdı 

Asvasın yarımı ile hıp dişe saat yapdı 

 

Beyti çok hoşuma gitmişdi. 1279 (1852) tarihli bir saati yapan el-Hac Mustafa Refik Hakkında, bu kadar yakın bir zamanda yaşamış olduğu halde bir tercüme-i hal bulmaya muvaffak olamayışım, sanat tarihimiz için bir boşluktur. Çünkü bu da üstadane yapılmış bir saattir. Bunlardan başka değerli saatçi Şemim'in yaptığı saatler de oldukça kıymetlidir." 

(N.Rüştü Büngül, Eski Eserler Ansiklopedisi'nden C.II.. 5.44-50) 

 

DERİ SANATLARI

Türk deri ustaları, kendi literatürlerinde "gön" dedikleri hayvan derilerinden, neler yapmamışlardır ki? Kılıçların kınından, cengaverlerin kalkanlarından" koşum takımlarından, , üzerine en sanatlı yazıların yazılıp tezhiplerin işlendiği kağıt inceliğindeki ceylan derilerine kadar uzayacak bir listede yer alacaklardan ilk akla gelenler, kitap ciltleri, sandıklar, çantalar, hurçlar, sofra yaygılan, kayışlar, sadak veya tirkeşler, kolçaklar, kuburlar, silahlıklar, ayakkabılar, çizmeler, mestler, pabuçlar, terlikleri çapulalar, çarıklardır elbette. Bunlardan her biri üzerine, sözgelişi "Mercan terliği" konulu bir kitapçık yazılabilir ve -böyle özgün çalışmalar, kültürümüze ne zenginlikler kazandırır? Oysa henüz, deri sanatlarımızı konu alan derli toplu bir kitabımız bile yoktur. 

 

Zenaatlerinin ham maddesi deri olan Osmanlı haffat (kavaf/ ayakkabıcı) ve saraçları, meslek dallarının "saraciyye", "haffafiyye" ve "telatin işleri" oluşuna göre kullandıkları gönleri de "sahtiyan", "kösele","güderi", "meşin", "telatin" olarak sınııflandırmışlardır. Ustalar, ehli oldukları zenaatten –nasıl olsa deri kesip biçmesini biliyorum! Düşüncesiyle - başka bir dala ait işlere el atmadıkları gibi, kendi işlerinin asıl ham maddesi yerine başka bir işin malzemesini de kullanmazlardı. Bu ilke, kişisel olmaktan çok meslek ,örgütlerince benimsendiğinden sürekli kollanır ve denetimler de bu ilkeye göre yapılırdı. Herkes, kendi işinde çalışmak zorundaydı. Saraçlar, köşgerler ve haffaflar -ki galat olarak kavaflar da denmiştir- saraçhane, kavaflar arastası, köşkerler çarşısı, telatin sofracılar vb adlarla anılan kendi arastalarında, hazıra veya siparişe çalışırlar; saraçlar, saraciye denilen eyerler, kolanlar, kamçılar yaparken, kavaflar türlü çeşitli ayakkabılar diker, telatinciler de yine kendi dükkanlarında en parlak dana gönlerini işleyerek nakışlı hurçlar, seccadeler, sofra altlan imal ederlerdi. Deriyi ana ve yan malzeme olarak kullanan, hattatlar, mücellitler, arabacılar, çadırcılar palancılar, semerciler, tulum dikicileri gibi daha pek çok sanat ve zenaat vardı. Ömeğin,ponza taşıyla temizlenmiş ceylan, kuzu ve oğlak derilerinden "akderi", "tirşe", "rak" denilen ince tabakalar üzerine Osmanlı hattatlan en sanatkarane hatlan yazar; nakkaşlar bu kağıt gibi derilere minyatürler yaparlardı. 

 

17 Yüzyıl ortalarında, İstanbul'da debbağlar dışında, işleri bakımında deri zenaatleri sınıfından sayılabilecek sekiz ayn esnaf gediği bulunduğu; bunlardan "pabuççu esnafı" nın 3400 dükkanda 8 bin, "saraçlar" ın 1084 dükkanda 5 bin, "eyer ve palancılar" ın 500 dükkanda 1005, "terlikçiler"in 200 dükkanda 400, "mestçiler"in 100 dükkanda 500, "telatin sofracılar"ın 50 dükkanda 300, "yularcı ve kamçıcılar"ın da 52 dükkanda 120 usta kalfa ve çırakla üretim yaptığı saptanmaktadır.


Yazarın Diğer Yazıları