OSMANLI VE DÜNYADA ZENAATTEN SANATA

 Debbağlar 

Deri sanatları ustalarının başarılarında, onlara güç koşullarda en kaliteli meşin, sahtiyan, kösele, telatin ve tirşelen sipileyen debbağların elbetteki büyük katkısı bulunuyordu. Deri zenaatlarinin bu en zahmetli, hatta berbat dalında çalışan debbağlar, halk dilinde tabakhane denen debbağhanelerin pis, bulanık sulara, tiksindirici kokulara boğulmuş ortamında denilebilir ki yalnız dericiliğin değil bütün zenaatlerin en zoruyla cenkleşerek ham derileri işlerler;zenaatkâr ve sanatkârlara, sipilenmiş parlak, saglam, kaliteli, ince, kalin, sert, pamuk gibi, ak, kirmizi, sari, yeşil, mavi gön çeşitleri hazir- larlardi. 

 

Ozan Sürurî'nin: 

"İftira olsaydı maksudum demezdim kefşgir (papuççu) 

İt bokuna daldırırdım ben seni debbağ edüb!" 

Dizelerinde zavallı debbağların ne koşullarda çalıştıkları açık. Herşeye karşin, debbağlar esnafi da Osmanlı asırlarında kendi loncalarım kurup gedik nizamına tabi olarak İstanbul'da Yedikule'de, taşra kentlerinde de yine şehir surlarının dışında, dere yataklarına, köprü kemerlerinin altına derme çatma debbağhaneler kurmuşlar, Kırşehir'de yatan, 13. Yüzyil ermişlerinden Ahi Evran'i "Ahibaba" adıyla pîr edinmişler, cemiyetlerinin başina seçtikleri debbağ ustasına "Debbağlar Ahibabalısı" sanını vermişlerdi. Günlük çalışmaları bitince yıkanıp paklanıp temiz urbalar giyerek onlar da Ahi töreleri uyarınca ahibabanın odasında toplanıp dinlemişler, yemişler, yemişler içmişlerdir. Öyle zaman olmuş ki, dönemin ahibabası fesat işlere kalkışmış. 

Debbağlar, onu düşürüp dürüst bir ustayı ahibaba seçmişler. Muallim M. Cevdet'in, bu konuda İstanbul Kadı Sicillerinde (Cilt 34, s. 61) "Yedikule debbağları, ahibabaları olan İmam Musa'nın kendi halinde olmayıp konmuş olan narhı bozarak fesada kalkışması üzerine, yerine seçtikleri Hacı Abdullah 'ın ahibabalığa tayini için İstanbul Kadısına başvurduklarına" ilişkin bir belge bulmuş olması ilginçtir. Taşralardaki debbağların ahibabalığı için de yerel kadıların düzenlediği seçim ilamları ile Kırşehir'deki Ahi Evran Dergahı postnişininden izin, İstanbul'dan da berat alınırmış. İstanbul'un muhtelif semtlerindeki debbağhanelerin en büyüğü Yedikule dışında, Kazlıçeşme'deydi. Değişim ve bozulmalarla 20. Yüzyılın sonlarına kadar işlevini sürdüren buradaki tesis, İstanbul'un alınışından bir süre sonra kurulmuştu ve 360 debbağ dükkanı ile 33 salhaneyi kapsıyordu. Fatih'in koyduğu nizam gereği salhanelerde kesilen hayvanların derileri, rayiç bedelle buradaki debbağlara veriliyordu. Evliya Çelebi, Kazlıçeşme'nin 17. Yüzyıldaki manzarasını anlatırken, burada yedi mescit, bir han, bir hamam, yedi sebil, üç tekke bulunduğunu; çoğu bekar olan cömert debbağların, sefere eşmek gerektiğinde beş bin tüvana yiğit olarak gönüllü yazıldıklarım; içlerinde "ejderha misillü şahbazlar" bulunduğunu; eğer cürüm işleyen biri kendilerine sığınsa aralarında çalıştınp debbağ etmek gibi bir gelenekleri olduğunu yazmaktadır. 

1640 Tarihli Es'ar Defteri'nde, Osmanlı İmparatorluğunun debbağcılıkta ileri yörelerinden İstanbul'a gelen ve İstanbul tabakhanelerinde sipilenen, "gayet ala" (ekstra), "ala" (1. kalite), "evsat" (orta), "edna" (3. kalite) ve "cümleden aşağı" (kalitesiz) deri türlerine ilişkin fiyat listeleri de yer almaktadır. 

 

Listelerden o dönemdeki başlıca deri çeşitlerinin: "Kayseri'nin sarı sahtıyam", "Yedikule işi kırmızı sahtıyan", "Silivri siyah sahtıyam", "Kazdağı'nın beyaz sahtıyam", "sarı ve kırmızı meşinleri", "İstanbul'un siyah, kırmızı ve beyaz meşinleri", "İstanbul köselesi ve gönü", "Geyve meşini" olduğu ögrenilmektedir. 

 

1980'li yıllarda Kazlıçeşmeldeki deri atölyelerinin kaldırılmasından sonra burada, eski debbağhane dokusundan, semte adını veren "Kazlı Çeşme ile Fatihlin yaptırdığı cami, bir hamam harabesi. yakın çevrede de tekke ve türbe harabeleri kalmıştır.


Yazarın Diğer Yazıları