GAİPTİM BİR ZAMANLAR

Esmalardan yansıyan en güzel "Selâm” üzerimize olsun.

 

"Gaiptim bir zamanlar, kayda aldılar beni

Giydirip libâs-ı unsuru, insana saydılar beni” Pir Sultan Abdal

 

Söz'e başlarken ilmimizi ve fehmimizi artırmasını mutlak sahibimizden rica ediyoruz. O'nun bize bildirdiklerinden başka ne bilebiliriz ki! Pir/Pır (kanat seslerini hayal edin) bizlerin henüz balçık suretle yaratılmadan ve ruh üflenmeden önceki durumumuzu anlatıyor.

 

Bilinmezlik içinde olduğumuz, bir plan dâhilinde ve bir taslak olduğumuz zamanlar vardı. Bize göre "tesadüf” olgusundan bahsedilemeyeceği için, bu bizim maddeten yaratılmadan önce de var olduğumuz anlamına geliyor. Olmasını dilemekle "OL” emrini vermek arasındaki aşama aslında. Ardından maddi beden denilen elbise giydiriliyor. Gerisi nefes...

 

Dervişlikten garabetler devşirirken garip gönlüm, gerçeği gördü gönül gözüm. Hep kesik kesik kekeledim kelimeleri. Nefslerimin nefesi, âlemlerin mekânsızlığında kayboldu. Sahi, ete kemiğe bürünen Koca Yunus değil miydi? Elbette, ta kendisi "nadide aşk incisi”!

 

İnsan da evrenin denge noktası (sıfır konumu) olarak, işlerini aynı sistemle yürütür. Önce hayal ederiz, bilinçaltı ve bilinçdışı süreçler işler. Ardından düşünür, planlar ve neye ulaşmayı arzu ediyorsak ona giden yolun haritasını çizeriz. Bunlar yaşadığımız dünyaya dair algılarımız ve sınırları belirleyen duygusal çizgilerimizdir. Bu mikro ölçekli soyut kurgu yapıya, NLP uzmanları "zihin haritası” diyorlar. İyi olanı düşünmek, odaklanmak ve istemek neden çok önemli böylece daha net anlıyoruz. İnançların, içsel süreçlere odaklanmanın önemi de burada karşımıza çıkıyor. Derviş aklından neyi geçiriyorsa zikri (söyledikleri) de o oluyor yani...

 

Batınî (gizemci) inançlardaki "(creatio) ex nihilo” ifadesi de burada anlam buluyor. Yani hepimiz bir hiçlik üzerinden var oluyoruz. Günümüzde kozmetik serisi veya takı tasarım markası olarak anlam bulan bu ifade aslında ne kadar derin değil mi? Bizler, kendimizi ölümsüz ve dünyaya ait sandığımızdan, var olmanın bir değeri de yok. Kayda alınıp insan yerine konulduğumuzdan beri yaptığımız icraatlara bir bakın; birbirimizle savaş, doğayla savaş, kendimizle savaş!

 

İsimleri bugüne ulaşan Sokrates, Şems veya Sheakspear neler anlatıyor. Neyden dinlemeyenler kimden dinleyecekler bu ayrılık hikâyesini? Ya isimleri unutulup yok olanlara ne demeli, belki "insan” olmanın gizemli beyitlerini bestelemişlerdi. Ve onlar da aynı şarkıyı söylemişlerdi.

 

Yazı dilimdeki Arapça, Farsça, Latince ve İngilizce kökenli olan ifadeler için herkesten özür diliyorum. Fakat sözcükler asıllarıyla kullanmak önemli. Mesela, yabancı memleketler ülkemize Turkey (hindi) dediğinde öfkeleniyorum. Çevirilerimiz maalesef çoğu zaman özgün anlamlarını yitiriyorlar. Özellikle söz konusu sıradan bir kelime değil de teknik bir "terim” olduğunda aslını belirterek kullanmakta fayda görüyorum. Mesela, "sürç-ü lisan” ifadesi güncel dile çevrilse: "Dil takılması” demek gerekiyor. Sanki orijinalinin aynısı olmuyor gibi!

 

Bu yazıya ilham olan Sühreverdî ve Bursevî (KS.) ve nicelerine selâm ile...

 

Hayra karşı geliniz.


Yazarın Diğer Yazıları