Kazanıyoruz Ama Yetmiyor

Birçok insandan duyarız; "kazanıyoruz ama yetmiyor” diyorlar. Doğru, son yıllarda kazançlarımız,  aylık ücretlerimiz fena değil, ama bir bereketsizlik var paramızda, ay sonunu getiremiyoruz. Kredi kartlarından dolayı paralarımız bankadan çıkmıyor, kazanmadan harcıyoruz,  ekini gökken yiyoruz.

    Evet, son yıllarda ücretlerin veya maaşların eskiye göre alım gücü arttı. Birkaç yıllık bir devlet memuru maaşıyla altına bir araba alabiliyor, taksitle bir ev alıp oturabiliyor. Eski yıllarda emekli ikramiyesini almadan ev alınamıyordu, ev sahibi olmak için emeklilik bekleniyordu.

   Kişi başına düşen milli gelirimiz, son on altı yılda üç bin dolardan on bin doların üstüne çıktı. Bu gelişmeyi, aldığımız ve oturduğumuz konutlardan, bindimiz arabalardan ve altyapı yatırımlarından biliyoruz. Bu devlet ve bu millet eskiye göre daha zengin, daha refah içinde. Ancak daha sıkıntılı, daha kanaatsiz, daha doyumsuz, daha şükürsüz, daha huzursuz. Boşanmalar daha fazla, insani ilişkiler daha soğuk, insanlar daha bencil, komşular ve akrabalar birbirinden daha uzak. Bağlar zayıfladı, dayanışma azaldı, menfaat varsa selam verilir oldu, nezaket gitti, sadakat kalktı. Hasılı ahlaki bir yozlaşma ve erozyon devam ediyor, giderek ayrışıyoruz, aile bağları, millet olma bilinci giderek kayboluyor.

   Ben burada bu ahlaki çöküşe sürükleyen bereketsizliğin sebepleri üzerinde durmak istiyorum. Zira bütün huzursuzluğumuz başı bereketsizlik. Bereketin olmadığı yerde rahmet, huzur ve rahat olmaz.

     Bereket, helal paranın helal yolda harcanmasıdır. Bereket, az kazancın çok olması, hayır yolunda harcanmasıdır. Bereket, kazancımızın az da olsa yetişmesi, haram yola gitmemesidir, yani Hayy olan Allah'tan gelen nimeti yine O'nun yolunda harcamaktır. Bereket, kazancın huzur ve sükunete, evde saadet ve refaha, hayırlı evlatların yetişmesine vesile olmasıdır. 

     "Kazanıyorum ama yetişmiyor” diyenlerin çoğuna baktığımız zaman bunlar, bankaya girip de bir daha çıkamayanlar, faizi sıradan alış-veriş gibi görenler. İşte kazancımızda bereketsizliğin temel nedeni faiz belası. Bir kova suyu nasıl bir damla idrar pis ve mundar ederse, az bir faiz de kazancımızın bereketini alıp götürür. Faizden dolayı, hastalık, kaza, bela üzerimizden eksik olmuyor, kırılan, dökülen, yıkılan, atılan, bozulan eşyalar kazancımızı alıp götürüyor. Kredi üzerine kredi, geç ödenen kredi kartları, geç ve faizli ödenen diğer faturalar, bizi faiz girdabına atıyor ve artık malımızda ve paramızda bereket göremiyoruz, iyiye, helale, doğruya harcayamıyoruz. Sel getirip yel götürüyor. O halde önce şu banka işinden sıyrılıp çıkmalıyız. Çok şükür, bizim milletimizin ekserisi faizin haram olduğuna inanıyor, ama daralınca da "Allah affetsin” deyip faize bulaşıyor. Rabbimize güvensek, Onun kapısından istesek, "Ya Rab, beni bankaya muhtaç etme” diye dua etsek, inanın ki Rabbim bir kapı açacak ve bankaya düşürmeyecek. Temelde itikadımızın ve tevekkülümüzün zayıf olmasından dolayı bankalara düşüyor, bankalarda çözüm arıyoruz.

     Bereketsizliğin bir nedeni de israftır. Çöpe dökülen yemekler, lüks harcamalar, eğlenceye verilen paralar, boşa geçen zamanlar, gereksiz süsler, ziynetler, boşa akıtılan sular, boşa yanan enerjiler, akaryakıtlar, bilinçsiz harcamalar, hep cebimizin delikleridir, sökükleridir. Daha doğrusu israflarımızdır. "Allah israf edenleri sevmez” Bunun manası, "Allah müsriflere yardım etmez”. Dolayısıyla ilahi yardımdan uzak bir kulun elbette kazancı yetmez. Hesaplara göre, çöpe atılan ekmeklerimizin yarısıyla dünyada aç insan kalmaz. Ama bir tarafta obez insanlar, bir tarafta aç-susuz, bir deri – kemik kullar.  Altı yüz milyon insan şişmanlığı atmak için uğraşıyor, iki yüz milyon insan da açlıktan ölüyor.

   Bereketsizliğin üçüncü bir nedeni de, besmelesizlik, duasızlık, şükürsüzlük, nankörlük ve namazsızlık. Biz nimetin sahibini tanımazsak, O'na teşekkür etmezsek, O'nun değerini bilmezsek, O'na yönelmezsek, O nimetin devamını verir mi, nimete bereket ihsan edere mi? Rabbimiz, "şükrederseniz nimetimi artırırım, şükredin ki nimetimi artırayım” buyurur. Yine, "namaz kılarak, sabrederek benden yardım isteyin” buyurur. Demek ki yardımın anahtarı namaz, nimetin sebebi şükür. İşte toplumumuzda bu iki ibadet giderek azalıyor. Nankörlük,  beynamazlık, sabırsızlık diz boyu. Camiler Cuma dışında bir safa kadar düştü, saban namazlarında iki kişiyle namaz kılıyor hocalar. Çok evlerde kıblenin yönü bilinmiyor, çocuklar namaz kılan ana-babayı görmeden büyüyor. Sonuçta iki- üç bin liralık maaş, daha aybaşında elimizden çıkıyor. Borçlu yaşıyoruz, borçla alıyoruz, onu da faizle ödeyince, evimizin huzuru ve bereketi kaçıyor.

   O halde gelin, bir daha düşünelim. Ne devlete kızalım, ne hükümete sitem edelim, suçu kendimizde arayalım ve çareyi kendimizde bulalım. Önce bankalardan ilişkimizi keselim, sadece maaşımızı alalım. Sonra beş vakit namaza başlayalım, nimetin sahibini tanıyalım. Daha sonra da israf kalemlerini azaltalım ve yok edelim. Çöplere ekmek atmayalım, suları boşa akıtmayalım, lambaları boşa yakmayalım, lüks harcamalardan vazgeçelim, boş zamanımızı iyi değerlendirelim, her işimizde besmele çekmeyi alışkanlık yapalım. Başımıza gelen musibeti kendi nefsimizden bilelim, iyilikleri de Allah'tan bilelim. Unutmayalım ki, "Eğer düşmüş isek dara/ Bereketsiz ise para/ Düşünmeyin kara kara/Kendimizde suç ve çare.   

 


Yazarın Diğer Yazıları