Var Olmak İçin Aktif Dış Politika Elzemdir

 

 

 

Osmanlı 1699 Karlofça antlaşması ile düşüşe geçti. Son iki yüz elli yıldır toplumumuz kademe kademe Batı’nın fikri, kültürel, siyasi, sosyal egemenliğine girdi. 

Batı bununla da yetinmedi, 1.dünya savaşı sonunda Osmanlı’yı parçaladı. Yerine Batılı -fikri, kültürel, siyasi, sosyal- değerlere dayalı Türkiye Cumhuriyeti kuruldu. Batılılar, Osmanlı’dan koparılan topraklarda yapay, uydu devletler kurdurdular. Türkiye dahil, bu devletlere halkının değer yargılarıyla barışık olmayan, hatta kavgalı iktidarlar getirdiler. Bu iktidar sahipleri kendilerini iktidara getiren ve orada tutan güçlerle her türlü menfaat ilişkisine girdiler. Böylece bu ülkeler, içte sosyal çalkantılarla boğuştular, dışta da Batı’ya bağımlı hale geldiler.

Bugün Ortadoğu’da yaşanan devrimlerin, darbelerin, çatışmaların, iç savaşların arkasında yöneticilerin halklarını temsil edecek fikri meşruiyete sahip olmamaları yatmaktadır. Bu yöntem yüz yıldır uygulana geldi.

Dünyadaki çatışma ve savaşların büyük bir bölümünün Orta-Doğu’da yaşanmasının nedeni, enerji kaynaklarının burada yoğunlaşması, yağmacı sırtlanların pay almaya çalışmalarıdır. Mücadelenin özü budur.

Sömürgecilerin Osmanlı’yı parçalama nedeni de aynıdır. Türkiye’nin sınırları biter bitmez her yerden petrol fışkırması, petrol alanlarının bir karışı bile bırakılmadan enerjiye mutlak bağımlı kılınması tesadüf değildir. Bu Türkiye’nin her yıl yaklaşık 60 milyar dolarlık enerji harcaması yapması, kalkınmasının istenmemesi demektir.

Bundan daha vahim olanı ise aydınımızın zihinlerinin iğdiş edilmesidir. Bunlara göre Türkiye, İslam Ülkeleri, halkları ve bölge ile ilgilenmemeli, buradaki çıkarları için politika üretmemelidir. Batı’nın istediği de budur.

Hayat ve siyaset boşluk kabul etmez. Türkiye, bölge ile ilgilenmez, buradaki çıkarları için politika üretmezse bölgeye sınırı bile olmayan ABD, İngiltere, Almanya, Fransa, Rusya politika üretir.  Ülkeleri işgal ederler, parçalarlar, silah satarlar, bölgeye askeri varlıklarıyla yerleşirler ve sömürürler.

Bununla da kalmazlar. Bin yıllık Türk-Kürt kardeşliğini dinamitleyerek Türkiye’yi içten bölmeye çalışırlar.

Batı sömürgeciliği veya Batı modelli ulus-devlet yapıları, artık bu ülkelerdeki toplumsal değişime cevap veremez hale gelmiş, bölgeye biçilen statü devrini tamamlamıştır. Batı, Büyük Orta-Doğu projesiyle bölgeyi yeniden yapılandırmak istemektedir. Bu yeni süreçte herkes pay kapma savaşındadır.

Orta-Doğu’da kartlar yeniden karılırken eski pasif politikalarının aksine Türkiye; masada ben de varım dediği için -Osmanlı'dan bu yana ilk kez böylesine- Kuzey'den, Doğu'dan Güney'den kuşatılmaya çalışılmaktadır.  

Böyle bir dönemde Türkiye’nin sesini kısması, suskun ve savunmada kalması, herkesle iyi geçinelim diye pasif olması Mısır, Tunus, Libya ve Suriye olması demektir. Türkiye kendini ve milli çıkarlarını korumak için aktif politika izlemelidir. Aksi halde bölgeyi Batılılar ve Ruslar paylaşacak, Türkiye kalıcı biçimde pasifleştirilecektir. 

 Aktif politika izlemek sanıldığının aksine savaş demek değildir. Aksine Türkiye’nin aktif politika ile kazanacağı avantajlar, kendisine yönelmesi muhtemel savaş ihtimalini azaltacak veya ortadan kaldıracaktır. 

Düşman köpek gibidir. Korkarsanız saldırır, cesaretli olursanız siner. Türkiye pasif kalırsa bölgedeki nüfuzunu yitirir, geleceğini tehlikeye atar, Suriye gibi bir iç savaşın ve parçalanmanın muhatabı olur. 

 Türkiye; bölge halkı ile olan dini, tarihi kültürel yakınlığı ve bin yıllık kardeşliği ile en avantajlı, bölge halkı ile ortak bir gelecek kurmaya en uygun ülkedir.

O halde Türkiye’nin yapması gereken bölge ülkeleriyle bin yıllık kardeşliğine, dini, tarihi ve kültürel bağlarına dayalı ittifak ve işbirliği politikaları geliştirmektir.


Yazarın Diğer Yazıları