İSLAM SAVAŞ HUKUKU

Zor zamanın çocuklarıyız. Hayat hiçbir çağda bugünün insanlığı kadar muhataplarını zor ve çetrefilli sorularla karşı karşıya bırakmamıştı. Şeytan ve avaneleri belki de tarihin hiçbir aşamasında bu kadar profesyonelleşmemiş ve bu kadar insan varlığına karşı galebe çalmamıştı. Adeta her gün ekranlardan evimizin salonlarına, mutfağına bir kan seli akıyor. Her gün sofralarımıza, aşımıza masum sabilerin bedeninden ceset parçaları karışıyor. İçtiğimiz artık su değil de masumların gözyaşı mı acaba? Bilemiyorum. Bildiğim bir şey var o da bugün insan olmak, insan olmanın onurunu koruyabilmek adına düne göre çok daha büyük bir yükün omuzlarımıza yüklendiği gerçeğidir.

 

Bizler bir taraftan insan olmanın getirdiği bu ağırlıkla vicdani muhasebelerimizde yürek yangınları yaşarken diğer taraftan yaşamın zevk ve hazlarına kesintisiz bir şekilde kokuşmuş bedenlerini adayan, nefislerini putlaştıran bir varlık türüne şahit oluyoruz. Dünyanın bir yerlerinde tepesine tonlarca mermi ve bombalar sağanak sağanak yağarken "La galibe illallah” diye haykıran, bizlerin bakmaya dahi tahammül edemediğimiz vicdanları yaralayan vahşetin içerisinde dilinden "Elhamdülillah” kelimesini düşürmeyen yüreği imanlı İslam çocuklarına tanıklık ediyoruz. Diğer taraftan tek gündemi futbol olan inandığı tağutları yüceltmek adına her fırsatı değerlendirmekten başka kaygısı olmayan ruhu ve bedeni çürümüş, kokuşmuş yaratıkların mide bulandıran çirkefliklerine tanıklık etmek zorunda kalıyoruz.

 

Tüm bu zulüm ve katliamlara imza atanlar dün bizleri "İslam Kılıç Dinidir söylemi” ile vicdanlarda mahkûm etmeye çalışıyorlardı. Bugünse İslam ve terör kavramlarını bir araya getirmeye bizleri yaşanan dünyanın barbarları konumuna yerleştirmeye çalışıyorlar. Hâlbuki biliyoruz ki, yeryüzünde yaşanan iki dünya savaşının müsebbipleri kendileridir. Biliyoruz ki, yeryüzünde sömürgecilik denilen insan gözyaşı ve kanından beslenme âdeti onlara aittir. Biliyoruz ki, daha dün Bosna'da yaşanan katliamların ellerine bulaşmış kanı hala kurumadı. Biliyoruz ki, yeryüzünde Kızılderili olarak adlandırılan bir ırkın soyunu bizzat kendi elleriyle kuruttular. Biliyoruz ki, yaşadıkları yüksek standartlı yaşam alışkanlıklarının harcında insanlığın kan ve gözyaşı var.

 

Ve bizler yaşanan ve yaşatılmak istenen tüm bu kaos planlarına karşı asla susmayacağız. Hakkı söylemekten ve haykırmaktan bir an bile imtina etmeyeceğiz. Tüm insanlığın küresel planlar çerçevesinde mahkûm edilmek istendiği şeytani planlara sonuna kadar direnmeye devam edeceğiz. Korkmayacağız, yılmayacağız ve teslim olmayacağız. Bize yakıştırılmak istenen her türlü kirli yaftalamalarını ellerinde patlatacağız. Ve inanıyoruz ki insanlığı şu ahir zamanda yeniden İslam'ın müjdeleri ile selamete, esenliğe erişmesine vesile olacağız.

 

Bakın sizlere bir ibret vesikası olarak Osmanlı tarihinden Müslümanın savaş ahlakına ilişkin çarpıcı birkaç örnek vereyim:

Kanuni Sultan Süleyman'ın son günlerinde (1 Haziran 1566 tarihinde) Divan-ı Hümayun'da Rumeli Beylerbeyi'ne gönderilmek üzere bir karar alınmıştır. Hükümde sefere çıkıldığında ekili alanlara ve otlaklara zarar verilmemesi, sefer bölgesindeki halkın hukukunun korunarak kimseden zorla ve ücretsiz bir şey alınmaması istenilmektedir. Diğer taraftan Padişah, verdiği emrin yerine getirilip getirilmediğini kontrol edeceğini belirterek Rumeli Beylerbeyi'nin görevini ciddiye almasını sağlamıştır.

 

Sultan II. Mustafa dönemine ait 15 Mayıs 1695 tarihli karardır. Divana ait bu hüküm, Anadolu'da seferde görevli tüm yönetici ve askerî zümreye hitaben hazırlanmıştır. Emrin girişinde Müslüman ya da gayrimüslim ayırt etmeden tüm halkın huzurlu ve bolluk içerisinde yaşamasının gerekliliği üzerinde durulmaktadır. Ardından sefer esnasında halka adalet, merhamet ve şefkatle davranılması emredilmektedir. Burada halktan karşılıksız bir şey alınmaması ve ekili alanlara saldırılmaması talimatı verilmektedir. Israrla vurgulanan bu emirlerin ardından zulümden uzak durulması için Kur'an-ı Kerim'in ilgili ayetlerine atıfta bulunulmaktadır.

 

Sadrazam'ın Sultan Abdülmecid'e sunduğu tezkirede tüm halkın kalbinin kazanılmasının gerekliliği üzerinde durulmakta, toplanan askerlerin din ve devlet uğrunda hizmet için görevlendirildikleri ifade edilmektedir. Söz konusu askerlerin görev mahallerine seyahatlerinde hacca gider gibi bir ruh hâli ve davranış içerisinde olmaları gerektiği belirtilmektedir. Görevin hassasiyet ve önemi ifade edildikten sonra komutanlara yerleşim yerlerinde kimsenin rahatsız edilmemesi için askerlere gerekli açıklamalarda bulunması görevi yüklenilmektedir.

Elhamdülillah ki değerli tarih dostlarım ordumuz 2024 yılı itibariyle hala günümüzde İslam ahlakı ile hareket etme kabiliyetine sahip bir asker kimliği taşımaktadır. Ve inanıyorum ki Rabbim bundan dolayı da ordumuzu her daim zaferle mükafatlandıracaktır inşallah.


Yazarın Diğer Yazıları