Yeni Bir Dünya Kurulacak, Türkiye de Lideri Olacaktır

 

 

 

 

 

Balkanlarda onun üzerinde ülkeyi gezmek nasip oldu. Türkiye’den geldiğimizi öğrenenlerin güven ve mutlulukları yüzlerinden okunuyordu. Türkiye’yi doğal lider olarak gördüklerini her fırsatta ifade ettiler.

Bir Arnavut düğününe katıldık. Bizi baş köşeye oturttular, tanıttılar, alkışlattılar. Hislerimi anlatamam...

Hac’da konuştuğum Endonezyalı, Habeşistanlı, Pakistanlı, Nijeryalı ve ismini sayamadığım diğer Müslüman ülkelerden gelen kardeşlerimiz de Türkiye’den liderlik ve önderlik bekliyorlardı.

Orta-Doğu ve Orta-Asya Türk devletlerindeki kardeşlerimizin de aynı düşüncede olduklarını müşahede etmişsinizdir. Özetle tüm İslam alemi, umudunu Türkiye’ye bağlamıştır.

Üzülerek belirtelim ki; bu kadar yakın olduğumuz İslam coğrafyasına, şu an Rusya ve Batı -Hristiyan- dünyası hakimdir. Bu bir paradokstur. Diğer bir ifade ile halkların iradesi siyasette ve temsilde tecelli etmemiştir.

Türkiye seksen yıldır Batı çıkarlarına uygun, milli çıkarlarına ve tarihi misyonuna aykırı, pasif bir dış politika izlemiştir.  Son on yıldır, geçmişte birlikte yaşadığı, inanç ve kültür birlikteliği içinde olduğu İslam coğrafyası ile yakın ilişkiler kurmaya başlamış, nihayet tarihi misyonunu hatırlamıştır.

Türkiye’nin bu yeni aktif dış politikası, Batı’nın çıkarlarıyla çatışmaktadır. Elbette Batı, siyasi ve ekonomik çıkarlarının olduğu bu coğrafyayı kaybetmek istemeyecektir.   

Bu durumun yakın gelecekte Türkiye ile Batı arasında yeni çatışmalara yol açacağı aşikardır. Bu, belki sıcak bir çatışma olmayacaktır. Ama siyasi ve ekonomik nüfuz ve çıkar çatışması şiddetlenerek devam edecektir.

Erdoğan’ın Somali ziyaretinin hemen öncesinde Türk heyetinin kaldığı otelin karşısında düzenlenen intihar saldırısını, Erdoğan’a “ayağını denk al” uyarısı olarak okumak yanlış olmaz.

Türkiye; İslam ülkeleri ile kurmaya başladığı bu ilişkileri mevcut iktidarın uygulamaları olmaktan çıkarmak, kurumsallaştırmak, devlet politikası haline getirmek zorundadır.

Yaşanan ve yaşanacak olan siyasi ve ekonomik çıkar çatışmasında Batı’nın -borsa, sermaye, teknoloji, silah gibi imkanları, BM, Dünya Bankası, IMF gibi kurumlarıyla- daha örgütlü olduğunu kabul etmek gerekir.

Bu tespit, teslimiyet değil; bir realitenin ortaya konması olarak algılanmalıdır.

Türkiye’nin İslam coğrafyası ile olan tarihi ve kültürel yakınlığının verdiği imkanlar, Batı’nın avantajlarını sıfırlayacak, hatta ön alacak değerdedir. Bunun farkında olmak ilk ve en önemli adımdır.

Batı’nın neden olduğu çıkar savaşlarıyla insanlığı büyük bir felaketin eşiğine getirdiği tüm insanlığın      -hatta insaflı Batılı aydınların- gözünden kaçmamaktadır. Bu Batı’nın yumuşak karnıdır.

Batı’nın neden olduğu kan, gözyaşı zulüm insanlığı yeni bir medeniyet arayışına itmiştir.

Bu kaos ortamı bize, İslam Medeniyeti’nin insanlığa sunulması için büyük imkanlar vermektedir.

Müslüman ülkelerin kendi borsasını, sermaye kuruluşlarını oluşturması, ilim ve teknolojiye yatırım yapması, kendi silahını üretmesi, BM, Dünya Bankası ve IMF’ye alternatif örgütler kurması zarurettir.

Bu örgütlenmenin doğal liderliğini yapacak olan elbette Türkiye’dir.

İslam dünyasının, düşmanı olan Batı tahakkümü altında sonsuza kadar yaşaması eşyanın tabiatına aykırıdır. Zulmün ebedi olmadığını, Hak’kın er-geç galip geldiğini tarih göstermiştir.

Önemli olan bu kutsal ve şerefli mücadeleye fert veya ülke olarak ne kadar katkı verdiğimizdir.

 Allah, bu uğurda samimi gayret gösterenlerin yar ve yardımcısı olsun…


Yazarın Diğer Yazıları