Bir zamanlar Konya dağ köylerinde hayat mücadelesi III

YOL PARASI

 

Yol parası, Çarık, Eşşek ölüsü, Miri, Emlak, Sırkat kaçırma, 5 Çocuk, geçmiş yıllarda CHP nin tek parti döneminde insanlara yaşattığı zor ve zulüm yıllarını. Ve başlıkta yazmış olduğum deyimlerin her kelimesinin açıklamasını acıklı bir şekilde bu günün gençlerine anlatamaya çalışacağım ki geçmişi iyi analiz etsinler atalarımızın neler çektiğini eza cefayı anılarında tazelesinler.

Değerli okurlarım.

1949 yıllarının sonlarına doğruydu. Güz ayları anne ve babalarımızın hep hüzünle düşündüklerini, bazen de annem rahmetlinin gizli gizli ağladığını hatırlıyorum. Sanırım her evde konuşulan şeylerdi. Emlak, miri, öşür, yol parası gibi ifadelerdi konuşulanlar. Benim bunlardan anladığım tek şey devlete ait vergiler olduğuydu.

Öşür, harmandan alınan, daha tınaz savrulduktan hemen sonra çıkan çeçin (buğday yığını) devletin memuru olan öşürcü tarafından ya ayak hesabıyla ya da elindeki asa ile ölçülerek şu kadarını devlete vereceksin, kalanı da senin denmesiydi. Aile fertlerine yeter ya da yetmez, onu hiç ilgilendirmezmiş. Ben bunları hatırlamıyorum ama büyüklerin anlattığına göre evvel tarlada hesaplanır, dönüm başı buğday talep edilirmiş. Bakmışlar bunda kıtlık yokluktan randıman alınmıyor, sonra harmandan almaya karar verilmiş. Bu ayrılan buğdayların bir de devletin depolarına teslim edilme şartı varmış. Kimsenin de ona hesap sorma ve acınma yetkisi yoktu. Çünkü dönem tek parti hükümetiydi. Astığı astık, kestiği kestik bir durumdu. Zaten 1939–1945 arası II. Dünya harbi nedeniyle açlıktan, yokluktan yılmış olan köylüler şimdi de ürettiklerinin birçoğunu devletin elinden almasıyla bir kat daha yoksulluğa düşüyordu.

Zaten karasaban ve öküzle tarım yapılıyor, kaldırılan hasat ne aile bireylerinin beslenmesine ne d e mala yeterli gelmediği için malcılık da yapılamıyordu. Yapılsa da onun da bir hayli güçlüğü vardı. Koyun keçi ve yavrularından alınan miri (vergi) belki o malın yapmayacağı kadar bir ücreti kapsıyordu. Devlet bunu mecbur istiyor, köylü de bu miri vergisini ödememek için çaresizce çeşitli hile yollarına başvuruyordu.

Çarık ve Eşşek ölüsü

Konya kırsal köylerinde çok manidar deyimler vardır. Bunlardan birisi Gün çarığı sıkınca çarık da ayağı sıkar derler. Bir diğeri adam eşek ölüsü arar nalını sökmeye der, Bu bizde eşek ölüsü aramak nal sökmek için değil ayağımıza çarık dikmek için aranırdı. En dayanıklı yerleri de merkebin boyun ve arka kıçın üstü idi

Bir merkep ölüsü bulundu mu hemen derisi yüzülür evde bir büyük kapta ıslatılır ondan birkaç kere çarık dikilip ayağımıza giyilirdi. Çarık ayağımızda hafifliği yönünden iyi idi ama dikene basamazsın, çakıla basamazsın, çalıya basamazsın çabuk yırtılır, yağmurlu havada ise ıslandı mı özü gider her yerinden kopar yırtılırdı. Günün çarığı çarığın ayağı sıkma sözcüğü ise bir ev reisi ekonomik zorluklardan dolayı yeme içme ve giyimde ev halkı üzerinde biraz kısıtlama yapınca ne o paralar suyunu çekti mi yoksa? Sorusuna cevabı ee ne yapalım gün çarığı sıktı çarık da ayağı sıkıyor derlerdi.

Güneşin bolca yaktığı kış günlerinde ayakta ham deriden yapılmış olan çarık sıcaktan kururu ayağımızı sıkar topukları ve parmak uçlarını yara yapardı. Onun için uzun yollara giderken nerde bir su bulursak orada çağrı ıslatır yola devam ederdik. Başka giyecek yok muydu? Zenginler için çok sorun olmazdı onlar çarığı da giymez bazıları cizlavat lastik, bazıları Çerkez lastiği, bazıları da daha modern olan tulumbacı pabucu denen altı nispeten esnek lastik üzeri gönden yapılmış olan herkesin heves edip de alamadığı pabuçları giyerlerdi. 1958-59 yıllarında altı kamyon lastiğinin serti yüzü de kamyon lastiğinin içi (şamrel) den oluşan çok sağlam bir lastik üretildi. Adı Sille lastiği idi yanında bir yerinden özen Sille yazardı. İşte bu lastik çıktıktan sonra kırsal insanı biraz rahatladı her ne kadar ayağımızı terletse koksa da 2-3 yıl kadar dayanıklı olması bizler için yeterli idi. 1958 de Köyden getirdiğim iki merkep yükü soğan patates 14 lira para yaptı ayağıma 13 liraya bir lastiği zor almıştım onu hiç unutmuyorum.

Sırkat kaçırma (devletin aldığı miriden dağlara kaçırılan davar sığır cinsi mallar)

Devletin memurları miri almaya gelecekleri haberini duyurunca köylülerde bir telaş başlar, örneğin bir evde elli küçükbaş hayvan varsa bunun yirmisini dağa kaçırır, otuz tanesini de köy meydanına götürür, devletin memuruna saydırırdı. Ben de çok küçük yaşlarda, beş yaşımda bunu yaşadım. Evimizdeki on keçiden beşini devlete verilen miriden sırkat kaçırmak için annem merhum bütün dağa çıkan köylülerle beraber beni de onların yanına verip "hadi guzum bunları dağa doğru sür. Köyde sayım bittikten sonra ben de yanına gelirim” dedi. Bize sayım sırası geç gelmiş olacak ki annem benim yanıma öğleye kadar gelemedi. Ben küçücük çocuğum. Dağlarda hem korkuyorum hem de ayağımda pabucum yok. Dikenlerin içerisinde aç susuz, ağlaya ağlaya çektiğim ızdırabı hiç unutmuyorum. Köyde umduğu davar sayısını sayımda bulamayan devlet memurları, dağlara kaçak sırkat aramaya çıkarlar. Yakaladıkları kaçak davardan da iki kat miri alırlardı. Neden kaçırıyordunuz devletten bunu der gibi sininiz? Alınan vergi adil değildi malın değeri kadar hatta bazı zamanlar değerinden daha fazla miri Talep ederdi devlet. Bu köylerde uygulandığı için zaten kıt kanaat geçinme savaşı veren köylüler çok zorlanıyordu. Atalarımın anlattığı bir anlatıyı aktarayım bir keçi fiyatı 60 krş devlet bundan senelik 70 krş miri istiyor adam keçinin boynuna bir levha asmış değerin 50-60 krş mirin ise 70 krş seni ne diye besleyip bok kokunu dinleyeyim deyip Konya da çarşının ortasına salıvermiş sürüyü derlerdi doğruymuş.

Devlet baskıcı, köylü saygılı ve korkak, devletin jandarması, tahsildarı ormancısı bile eli sopalı, herkesin korktuğu, o zamanki köylülerin deyimiyle sanki alayaran baş kırandı. O yaşıma rağmen iyi hatırlıyorum. Devletin her gelen memuru köylüler tarafından gayet saygılı karşılanır, hatta yol kenarına çekilerek onlara yol verilir, asker selamı ile de selamlanırlardı. Ama onlar devletin verdiği güçle bütün zulümlerini köylüye uygulamadan çekinmezlerdi. Yokluktan başımıza annemizin çapıttan (bez parçası) dikip de giydirdiği takkeyi veya yünden örme takkeyi yakaladılar mı, bir hayli dayak atarlar ve bir de ceza yazarlardı. Köylünün dağda taşta yabani hayvan tehlikesinden kendini korumak ve mallarını hastalığında onu kesebilmek için taşıdığı kama, bıçak gibi silahlar bile yasaktı. Yakalandınız mı vay başınıza gelene… Böyle çok zorluklar çekerdi o yılların insanları. Devamı Yarın


Yazarın Diğer Yazıları