“Domuz Çobanı Ol“ Deyince

Bir büyük âlim zat bir beldede talebelerini toplamış ders vermekle meşgulmüş. 

Abdülkadir Geylani Hazretlerine "Kutbü'l-Akdab”lık unvanı verildi. Kutbül Akdap kutupların başı yani teşbihte hata olmasın paşaların paşası gibi. Evliyaullah'tan olan Abdülkadir Geylani Hazretleri bir başka beldede insanlara vaaz-ü nasihat ediyordu. Bir başka beldede ise yine talebelerine ders veren bir başka âlim de manevi âlemde ona bu unvanın verildiğini görüyor yanında bulunanlarla bu konuşmaları dinliyor hem de ders vermeye devam ediyordu. Abdülkadir Geylani bir ara konuşmasında ben şu anda âlimlerin omuzlarına ayaklarımı bastım yükseldim ve halen de o omuzlara basmaktayım deyince, "onu manevi âlemde hem görüp hem dinleyen âlim olmaz olamaz” manasına başını yukarı kaldırıp indirdi. Bunun bu olumsuz hali de o ona malum oldu. Bir anda ağzından şöyle bir söz çıktı:

"Gurbete düş domuz çobanı ol domuzların örkü o sakındığın omzuna batsın” 

O anda ortalıkta bir fırtına bir hortum peyda oldu ve onca talebenin arasından ders veren âlim efendiyi alıp gitti. Başka diyarlara dilini örfünü bilmediği insanlarını tanımadığı bir yabancı ülke topraklarına indiriverdi. Oralarda melül mahzun şaşkın sersem gezerken bir gürültü duydu baktı bir adam önünde 30-40 kadar domuz elinde bir değnek yanına geldi. Ona dedi ki "Sen kimsin? Necisin? Nerelisin? Niçin buradasın?” O âlim adam anlamadı onun söylediklerini ve ne demek istediğini. Sonra o domuzlarla gelen adam elindeki değneği ona verip Kendi dili ile "Şu domuzları güt senin vazifen bu!” deyiverdi. Bizim âlim efendi sorgusuz sualsiz tamı tamına üç ay o domuzları güttü. O âlim bir gün oldu ağaya şikâyette bulundu. "Sürüde azgın durmadan boynuzlarıyla sürüyü rahatsız eden domuzlar var onların hakkından gelemiyorum öbürlerine zarar verecekler onları ne yapayım Ağa” dedi. Ağa elinde tuttuğu domuzların örkünü (bağlama demiri) ona uzaktan attı. "Bununla bu azgın domuzları bağla zinciri boyunlarına dola ve örkü yere çak” dedi. O anda adamın attığı örkün kancası âlimin omuzuna battı ve canını çok acıttı. İşte o anda âlimin aklı başına geldi ve Allah'a duada bulundu, yalvardı; ‘Yarabbi ben o Abdülkadir Geylani'nin dediklerini dinlerken başımı yukarı kaldırıp indirerek gönlümden itiraz etmiştim de o da bana domuz çobanı ol, domuzların örkü boynuna batsın' demişti. Şimdi dediklerinin üzerimde harfiyen zuhur ettiğini görüyorum ve senden de ondan da af diliyorum. Yüce Allah'ım ne olur beni affet” deyince. Bir anda yine o bildik hortum ortaya çıktı ve o âlimi yabancı yerlerden aldığı gibi talebelerinin arasına getirip bırakıverdi. 

Günlerdir hocalarını arayan talebeler etrafına toplanıp olayın iç yüzünü sorunca hoca "çocuklar bu sizin ilminizi aşan bir durumdur. Ne siz sorun ne ben söyleyeyim bu bize verilen bir ibretlik derstir” deyip mana âlemine dalıp gitti diyor ve gözlerinden sakallarına doğru iki damla yaş süzülüyordu iki yıl önce Rahmeti Rahmana kavuşan komşum olan hocam Hüseyin Sarıkaya merhum bir sohbetimiz anında ve devam ediyordu:

Konyamız Allah'a hamdü senalar olsun ki, aşk şehri, iman şehri, enbiyalar şehri, Mevlana şehri olarak çok önemli ve çok güzel bir beldedir. Her bir karış toprağında evliyalar enbiyalar, peygamberler, kutuplar, kutbulakdaplar keramet ehli insanlarla doludur. Konyamızın fethinden sonra insanları irşad için gelenlerin dağlarımızda köylerimizde bilinen veya bilinmeyen birçok yatırların mezarları mevcuttur.

Sonra bir güzel hatıra anlatarak sohbeti bitirdi. İşi de bu günün teknolojisine getirip şükrün edasının aczinden dem vurdu. Yüzyıllar öncesi Konyamızın meşhur hocalarından Abdülbasri hoca diye bilinen bir ulema zat varmış. O yıllarda öküz kağnısı da yeni icad edilmiş, çok revaçta bir ulaşım vasıtasıymış. Hoca Efendiye şehrin ileri gelenlerinden saygın bir efendi gelip "Hoca efendi falanca köyde bir düğün merasimiz olacak sizden isteğimiz bu merasimde biz aciz kullara sizin himmet edip biraz vazu nasihat etmenizdir. Hem köylüler hem de bizler bunu çok arzu ederiz. Kırmayınız efendim biz sizi götürüp getireceğiz rahat edeceğiniz bir vasıtayla” der. 

Hoca efendi kabul eder ve hemen düğün sahibi bu yeni icad öküz kağnısını getirip hocanın kapısına dayar. "Hocam buyurun binin oturun” der. Hoca araca biner kağnının üzerine serilmiş şilteye veya mindere oturur. Sürücü öküzlere "Hoh yavrularım” der yürürler. Az giderlerken öküzlerin sahibi olan sürücü iştaha gelir ve arada "Hadi aslanlarım” deyip öküzleri övendire ile biraz embelleyince (uzun bir değnekle kıçlarına çivi batırınca) onlarda iştaha gelip süratlenirler. Sürücü bir bakar ki hoca efendi iki gözü iki çeşme ağlıyor. "Ne oldu hocam rahatsızlaştınız mı?” "Yok, yavrum sen devam et yoluna Allahıma çok şükürler olsun ki şu hale bakar mısınız hem oturuyoruz hem yolda gidiyoruz kitaplarımızda yanımızda toplumu aydınlatmak için menzile hızla varmaya çalışıyoruz. Bundan böyle daha gelecekte saniyeler içerisinde insanları bir yerden bir yere götürüp getirecek vasıtalar icad edilecek. Peygamber  efendimizin miraca çıkışı saniyeler içerisinde Rabbi Teala ile konuşması ve bütün bu kelamların kalbine ve beynine nakledilmesi... Düşündüm de ondan ağlarım demiş” diyerek sohbeti bitirdi. Allah rahmet eylesin.


Yazarın Diğer Yazıları