Geçmiş Yıllarda Ramazan

O yokluklu ve zor günlerde, Ramazanın yaz gününe geldiği bu günlere göre, rençperliğin zor dedikçe zor olduğu, hani derler ya "çapa ile ekilip sıpa ile çekildiği" zor yılları anımsadıkça, dillerim boğazıma çekilir, ağzım kurur, dudaklarımın etrafı pesenleşir. Ben çocuktum ama, rahmetli anne babamın ve komşularımızın, köylümüzün neler çektiklerini çok iyi hatırlıyorum. Ramazan günlerinin kışa doğru yaklaştığı, ama benim de - mükellef olmasam da- heves ederek tuttuğum oruçları, çektiğim zorlukları anlatayım. Ben bu yaşıma kadar 3. kere yaz orucunu tutuyorum. İlkinde 10-12 yaşlarında idim, ikinci yazda 35-40 yaşlarında, şimdi ise 65 e doğru yol aldık. İlk yıllarda çok bir sorumluluk olmadığı için pek benimsemedik, ancak atalarımızın çektiği zorlukları gözlemledik.
O yılların çalışma koşulları, çiftçilik çok zordu. Yiyecek, giyecek te şimdiki kadar bol değildi. Traktör yok, hatta at çifti bile yok rençperin % 95inde. Bizim yörelerde, dağ köylerinde, Mayıs ayı sonlarından Haziranın sonuna kadar çayırlardan yeşil otlar biçilir, burma yapılarak evlere merkeplere sarılıp taşınır. Kurutulup samanlığa basılarak kışa koyun ve öküz, inek, tana gibi sığırların yemi olarak hazır edilir. Temmuz ayında tam ekinler erer - olgunlaşır, önce arpa işlenir, sonraları buğdayları işlemeye yani tarladan orak ile biçmeye - deste yapıp, merkeplerle harmanlara çekmeye başlarız.
Ortalık "Orak ayı" - güneşin bütün şiddeti ile yakıp kavurduğu ay. Traktör biçerdöver Hak getire.. Gece sahur yemeğinden sonra erkenden merkepler salınır, tarlalar uzakta ise - ki bizim köyümüzün arazisi çok geniş kuruçay, döllük, davutlar, sağır kaya, kışla, oyumağaç, fesliki, dedeler, körkuyu boğazı ve çakıllı gibi tarlaların bol olduğu yerlerin yolu köye en az 2 saat sürerdi- İşte böyle bir iki saat yol gidilir ve tarlaya varılıp ekini oraklarla işlemeye başlarız. Ortalık kuşluk oldu da güneş yakmaya başladı mı oraklar elden bırakılır ve bir ağaç var ise tarlanın yanında onun gölgesine yok ise çevreden kesilen yapraklı çalılardan bir cerge yapıp onun gölgesine yatılır. Ayaklarda yün çorap, başta kasket veya bir çeşit şapka, annelerimizde bacılarımızda başında çalık çember mutlaka bağlıdır. Üzerlerinde ne bulduysa giydiği o kaba elbiseler, yakıcı güneşin altında onların bir başka yakıcılığı var. İkindiye kadar yatılır ne kadar açlıkta uyunursa uyunur. Akşamüzeri tekrar kalkılır. Yine elde oraklar ekinler biçilmeye başlanır. Akşam oluncaya kadar orak sallanır, biçilen ekin desteleri akşamüzeri merkeplere sarılır, yola düşülür. Yine o uzun yolculuk devam eder.
İftar çok zaman yolda olur. Ekmek yemek nerde? Zaten millet susuz yanmıştır. Yolda kuyu, sarnıç, çeşme, akar çay, dere, ne bulursa oradan bolca su içer, oda açlıkla mideye dikilir, artık sürüne sürüne ve zor harmana gelinir, merkeplerin yükü yıkılır, sonra eve gelinir, gelince namaz niyaz, boğaz, varsa yatmak - iki saat kadar uyku, haydi sahur.
İşlerin zorluğundan tabi, ekin biçmek olsun, harman da düğen sürmek olsun, çok uzun zaman alır, bazı aileler kasım ayına kadar harmandan kalkamazdı.
O yıllarda buzdolabı yok, çamaşır makinesi yok, kadınların işleri heriflere nazaran daha çok ve çileli. Bundan dolayı zamanın köy ileri gelenleri ve ihtiyar heyeti kıştan akıllı davranırlardı. Bizim köyümüz Kilistra da bilhassa eski erken Bizans döneminden kalma büyük sarnıç ve geniş ve derin kazılmış kayadan oyma kuyular vardır. Buralar kışın bol kar yağdığında karla doldurulur, üzeri saman ve meşe ağacının yaprakları ile kapatılır - hava aldırılmazdı. Yazın, Ramazan ayında, köylüye tellal vasıtası ile ilan edilir. "Heyyyy ahali herkes evinden birer kap getirsin. Mevlitlerin kuyusundan veya ardıç altı sarnıcından kar çıkarılıp dağıtılacak" derdi tellal. Ya bekçi sarı Mehmet olarak bilinen emmi inerdi kuyuya yâda yuvalak Ahmet emmi merhum inerdi dağıtıcı olarak. Artık köylüler ellerinde tepsi sahan ne varsa - o yıllarda naylon kap diye bir şeyler yoktu, hep bakır kaplar vardı, alüminyum kap bile nadirdi evlerimizde, çinko ve bakır tepsiler meşhurdu- bunlardan birer kapla gelirler evlerine kar götürüp içersine pekmezde konunca mübarek pek leziz olurdu. İnsanlar buzdolabı yenine onunla serinlerlerdi.
Burada artık anılara geldi sıra, onları anlatarak yazıyı bitirelim. Bir kere bende bayılmışım.
Merhum Ramazan ceylan( kıpık Ramazanı) ile köy sığırlarının çobanı olduk. Bende ilkokulu yeni bitirdim yaşım henüz 11 i bitirmek üzere. Ramazan o yıllarda halen Mayıs aylarına geliyordu günler uzun. Rahmetli anacığım yalvarıyor bana yavrum küçüksün bu yıl orucu tutma dayanamazsın diye ama ben "yok- illa da tutacağım" diye ısrarcıyım. Bir akşamüzeri, artık otlattığımız sığırları köye doğru çevirdik - geleceğiz. Yolda köy yaklaşık iki saat sürerdi. Ben sığır sürüsünün ardından geliyorum, Ramazan emmi ise önünden gidiyor. Ekinlere zarar vermesinler diye onları düzene sokuyor. Dağlarda, yollarda kimseler yok. İşler az olduğundan, mübarek gün herkes evine erkenden çekiliyor.
Şöyle başım bir döner gibi oldu, artık köye yaklaşıyorduk, bir çay kenarından geçecektik, suyun kenarında olduğumu hatırlıyorum, sonrasına aklım ermiyor.
Sığır bir dik ve uzun yokuştan çıkıyordu (aygır yokuşu). Yukarda Ramazan emmi merhum bakar ben yokum, geç kaldı zannederek bir daha ardına benim gelip gelmediğime bakmaz, öylece eve kadar gelir. Köy ile bayıldığım yerin arası 3 km var. Anam sorar "İramazan emmi ısmayıl nerde?" diye O'da "bilmem, arkada geliyordu" der, evine koyar gider. Anacığım yollara düşer "ısmayıl ısmayıl" bağıra ünleye biraz yolda kaldığımı fark eder, anacığım çok zeki idi. Yakınımda anamın sesini duyuyorum ama, cevap vermeye takatim yok. Elimle işaret ettim ana diye de seslendim sanırım guzummmm diye üzerime koşarak anam beni kucağına aldı, çaydan avuçlarında su getirip bana içirmek istedi ama yine inat ediyorum. Artık dilim açıldı, "ana akşam yakın suyu içirme" diye içmedim orucu bozmadım. Amma anacığım dalına aldı beni, eve kadar getirdi onca yolu. Ve ertesi günü beni istirahat ettirdiler anacığım gitti sığır otlatmaya Ramazan emmi ile..
Bir akşam başıma gelenler. O gün sığırı erken getirmiştik. Anam koca ocakta yemek yapıyordu. "Anacığım canım top yumurtadan sıkma istiyor" dedim. Güzel anam hemen bir yumurta koydu ateşin üzerine, rafadan pişirip bana bir sıkma yaptı. Hemen abdest alıp, yakınımızdaki dedem merhumun imamı olduğu mescide koştum. Elimde sıkma, ağzıma yakın, topun atılmasını bekliyorum. Evet adaba uygun değil yaptığım, ama ben hem çobanım, hem de çocuğum. Yaşlı komşumuz olan, cemaatten biri yanıma yaklaştı "kalk ulen eş.. o.. eşek.. senin tuttuğun oruç eksik olsun. Kalk git evine" diye beni bir azarladı ki, yerimde donup kaldım. Ağlayamadım, cevap veremedim ama çevreme baktım, herkes o merhum adama ters ters bakıp bir şeyler mırıldanıyorlardı ki dedem merhum, caminin imamı yanıma geldi, "üzülme yavrum Allah senin orucunu tamamıyla kabul etti. Bu terbiyesiz adamın yıllardır tuttuğu orucunu da sildi attı. Bu kadar insanın arasında, bir çocuğun kalbini kırmak, o kadar kolay ki.. ama onu yapmak çok zor. Ayıp sana, yazıklar olsun efendi.. sen defol bu halkın içinden" dedi. İşte benim o anda teller boşaldı ve saatlerce ağladım, namazımı ağlayarak kıldım. Sıkmayı yemedim oraya bıraktım. 3 gün sonra dedem bize geldi. "Oğlum üzülme, sen imtihanı kazandın guzum. O senin bıraktığın sıkma üç gündür seni bekliyor. Hiçbir kedi köpek ve kuş böcek bile yemedi onu. Hadi guzum gel o sıkmanı ye" dedi. Ertesi gün gittiğimde, halen sıkmam koyduğum taşın üzerinde duruyordu. Namazı kılıp çıktım, o sıkmayı da afiyetle yedim.
Daha çok anılar var yaz orucuna ait ama bir daha anlatayım da sonunu bağlayalım.
Merhum Kara Dayı Şevket emmi vardı, İzmir'den geldi. Orada işleri bozulmuş yani batırmış, köye geldi. Köyün sığırlarına benim yaşlarımda ki oğlu Ahmet ile iki koldan çoban oldu. Allah kimseyi yukardan aşağı indirmesin zor duruma düşürmesin. Ama tabi düşmez kalkmaz bir Allah'tır,

Ben o sene çoban olmamıştım Şevket emminin oğlu İzmir de yetişmiş çobanlık zoruna gitti bir hafta sonra çobanlıktan caydı. Bizimde çok ihtiyacımız var çobanlığa ama anam ve babam benim küçük yaşlarda çobanlık yapmam gönülleri razı olmuyor. Ama ben zaten iki yıldır bu işi yapıyordum getirisi iyi halimden memnunun anam babam ve evimiz rahatlıyor aldığım ücretle babamın haberi olmadan muhtara gittim ve Mehmet emmi karadayının oğlu çobanlıktan caymış ben çoban olayımı dedim? Çok memnun oldu muhtar eferim Ismayıl sen çok akıllı bir çocuksun yarın çomağını al çık sığırın önüne dedi ve öyle yaptım gece anam babamla konuşup çoban oldum iyiki olmuşum o yıl yaz kurak geldi ama ben iki buçuk ton buğday almayı hak ettim. Çobanlarla zaten iyi geçinirdim çünkü çok pratik idim onlar ne buyurursa yapardım köyün bütün mallarını kimin olduğunu da bilirdim. İşte böyle ramazanlar geçirdik zorluklar yaşadık ama rabbime çok şükürler olsun muhanete muhtaç olmadık kendi yağımızla kavrulmayı bildik hırsızlığa soysuzluğa bulaşmadık Allah herkesin işlerini rast getirsin. saygılarımla


Yazarın Diğer Yazıları