Yırtılan Çarık ve Ana Yüreği -II-

Sene 1951, 1952 falandı sanırım. Yaşım 6-7. Babam merhum insanlardan uzak olsun kemik veremi hastasıydı. Her yılın uzunca aylarını hastanelerde yatmakla geçirir, gariban vefakâr ve akıllı ama çaresiz Anadolu kadını muhterem anacığım merhume köylü tabiri ile evin avradı, dağın tarlanın erkeğidir. Evde yemekleri ekmeği yapar, çamaşırları yıkar, sökük yırtıkları diker, ayağımıza yünden eğirdiği ipler ile çorap örer, sele örer, ahırdaki malların altlarını temizler yemlerini verir. Ormandan odun keser merkeplere yükleyip evimize taşır. 

Güz mevsimi geldi mi iki öküzümüz var ise (bazen iki olmazdı) onları sabahtan doyurur sabah erkenden merkebe sabanı boyunduruğu sarar iki üç havay (teneke) buğday veya arpa tohumu koyar, heybeye düşer, tarlaya varıp öküzleri sabana koşar, onların önlerine evden getirdiği kuru otları koyup yemlerdi. Ardından tarlaya ekeceği buğday veya arpa tohumunu saçar ve hemen kara saban ile çift sürüp ekini eker akşama kadar. 

Ha unutmadan söyleyeyim, akşamdan mutlaka daha evvelden hazır edip evde bulundurabildi isek ölmüş merkep derisinden hem kendisine hem de bana gece yarılarına kadar uğraşıp ayağımıza çarık dikecek yoksa yalın ayak onca yol gidilir gelinir mi?

İşte böyle bir gün idi gene. Anacığım bir soğuk güz sabahı gevenice dediğimiz tarlamıza ekin ekmeye gidecek, köye uzak olan bu mevkiye yalnız gitmekten çekiniyordu. Çok zaman yalınayak başı açık gezdiğimden o gün anacığımla köye uzak yerdeki tarlaya yanında gideceğim için bana da çarık dikmişti akşamdan. Sabahleyin o çarıkları ayağıma giyip yine anacığımın kendir liflerini eğircek denen aletle eğirip ip haline getirdiği sağlam kendir ipi ile de sıkıca bağlayıp sevinçle ve iştahla yola bir düşüşüm var ki sormayın keyfimi, koşup oynuyorum ayaklarım kıçıma değmiyor. 

Bu neşe ile vardık tarlaya anacığım öküzleri boyunduruğa koştu, otlarını önlerine verdi, tohumu saçtı tarlaya. Yalnız ortalıkta bir serinlik oldu, hava bulutlandı. Anacığım az tohum saçtı ki yağmur kar yağarsa tohumlu yer kalmasın diye. Tam öküzler ile tarlayı sürmeye başladı çisenti de başladı. Anacığım öküzleri sıkıştırdı tohumlu yeri karaladı ama yağmur da şiddetini artırdı. Etrafta çok ağaç vardı ama hepsi yapraksızdı. Bizi koruyacak ağaç yoktu. Anacığım öküz ve eşekleri bir dala bağladı beni yanına alıp bir gülburnu ağacının dibine sığındık. Anacığım ben ıslanmamayım diye üzerime adeta tüm vücudunu kanat geriyordu. 

Zaten üzerimizde çok kaba koruyucu elbisemiz de yoktu. Anamın bir iç gömleği bir şalvarı bir de cübbe diye adlandırdığımız işliği vardı üzerinde başında çalık ve beyaz örtüsü başka bir şeyimiz yok. Ben de ondan kalmam bir iç göyneği bir de boyumdan bacağıma kadar entarim var. Yağmur çok uzun yağdı durmak bilmedi ortalık akşama yaklaştı anacığım hemen bir çırpıda kalktı hayvanları salıp sabanı boyunduruğu hafiften tarlanın kıyısındaki ağaçlığa gizledi yola doğrulup yürüdük. Yürüdük ama her yer çamur insanı yutacak her dereden sel sular akıyor. "Ana beni eşeğe bindir” dedim, "Guzum eşeğin semerinin keçesi yağan yağmur suyunu tamamen emdi ıslandı oraya binersen hastalanırsın biraz yürüyelim” dedi. 

Çaresiz yürüdük köye. En az 5 km uzaktayız. Yürürken ayağımdaki basit deriden yapılmış olan çarık yırtıldı her yeri dağıldı bir daha ayağıma giyemedim. Vefakâr anacığım o yorgunluk o sefalet içerisinde beni sırtına aldı bir müddet öyle yürüdük. Yoruldu kadıncağız bazı çaylar geliyor önümüze seller inmiş atlamak mümkün değil. Anacığım mecbur kaldı üzerindeki işliği (gömlek) çıkarıp eşeğin semerinin üzerine serdi, beni eşeğe bindirdi. Başındaki çemberi çıkarıp ayaklarıma sardı işliğini sırtından çıkarınca açılan boyun kısmındaki mahremiyetini korumak için selin getirdiği gazeller ile koynunu dolduruyordu. Yolda bir rastlayan olursa onlardan işliğini benim altıma serdiği için açılmış olan boyun kısmındaki namahrem yerlerini gizlemeye çalışıyordu.

Akşama yakın eve gelebildik. Anacığım malı melali yerlerine yerleştirip yemledikten sonra bizim için vardan yoktan yemekler hazırladı karnımızı doyurduk. Bizler kardeşlerimle uykuya çekilirken o çilekeş vefakâr anacığım yine elinde ıslatılmış merkep gönünden sabah giymek için kendisine ve bana çarık dikmeye koyuluyordu. Ne zaman uyuyordu, istirahatını ne zaman yapıyordu bilmem, ama sabah namazında anacığım yine ayakta idi. Allah gani gani rahmet etsin mekânı cennet olsun, nur içinde yatsın dünyadan göçmüş tüm analarımız. Sağlıcakla kalın.

 


Yazarın Diğer Yazıları