Anlamıyorum

Bir insan, bir şeyler yapıp, başarılı olunca, kendini bilen, kıskanç, kötümser olmayanlar; “ne güzel, Allah mübarek etsin, başarın daim olsun…” demez mi? her yapılan iyi şey, eksikleriyle birlikte bir ihtiyaca cevap verir! Eğer varsa, yeteneğimiz, daha iyisini, gelişmişini biz neden yapmayalım? O kardeşimizin yaptığına biz niçin bir tuğla daha fazladan koymayalım?
Kıskançlık, fesat, Konya tabiriyle; “hasut” olmak ne kazandırır? Ne kazandırıyor? Yeni değil, her zaman olan bir şey bu çekememezlik! “ben yiyeyim sen yeme, ben iyiyim sen fena!” işte bütün kavga, bütün gürültü buradan kopuyor!
Bir dernek kuruyorsunuz veya kurulu olan bir derneğe üye oluyorsunuz, yapılacak genel kurulda sizi başkanlığa ve yönetime aday gösteriyorlar. Seçimde iş başına geliyorsunuz. Ama seçimden sonra, birileri size imzasız mektuplar gönderiyor; “sen doğru dürüst evini yönetemiyorsun, derneği mi yöneteceksin? Bir an önce istifa et, değilse anlarsın…” gibi tehdit dolu ifadelerle rahatsız ediliyorsunuz!
Bazı hizmet ehli insanlar, şehre ve ülkeye bir şeyler kazandırmanın çabası içine giriyor, ama bazıları, bu yapılanları yok farz edip, olmadık ayak oyunları içinde bulunuyor! Adamlar ne güzel, kültüre katkı sağlamak için, bir kültür faaliyetine giriyor! “aman efendim, bu faaliyetin başındaki insanlar beceriksiz, şehri bile tanımıyorlar, böyle olur mu?...” şeklinde çeşitli dedikodu ve yalan yanlış beyanlar kırla gidiyor!
Dahasını söyleyeyim; yıllarca ortaklık yapmış, bir yedikleri ayrı gidenler bile zamanla, araya giren fitne yüzünden yılların dostluğunu, samimiyetini, emeğini bir çırpıda bitirebiliyorlar! Samimiyet; düşmanlığa, kine ve kana dönebiliyor! Bayramlarda, düğünlerde, mutlu anlarda birlikte olanlar, artık birbirlerinin cenazelerine bile gelmiyorlar!
Araya para girince her şey bitiyor! Hani derler ya; “para oyunu bozar” gerçekten de doğru! Zaten bir insanı denemek istiyorsanız, parayla, makamla, kadınla deneyeceksiniz. Hz. Peygamberimize böyle yapmamışlar mıydı? O’na; “Ey Muhammed! Eğer makam istiyorsan seni başımıza reis yapalım. Yok para istiyorsan sana hazinelerimizin kapılarını sonuna kadar açalım. Yok eğer kadın istiyorsan sana Mekke’nin en güzel kadınını verelim. Yeter ki bu davadan vazgeç!” demediler mi? O; “Vallahi ay’ı sağ elime, güneşi de sol elime koysalar ben bu davadan vazgeçmem!” cevabını verdi!
“paranın dini, imanı olmaz” sözü de doğru! Ama bir gerçek var ki; para adam kazanmaz, adam para kazanır. “İtibar kaybetmek yerine, para kaybetmeyi yeğlerim” diyen çok doğru ve yerinde söylemiştir.
Her şey, para mı? Her şey madde mi? paranın açamayacağı kapılar yok mu? Mesela; sevgiyi parayla, makamla satın alabilir misiniz? Mutluluğu, sağlığı, sevinci, huzuru… haydi gelin de parayla çözün! Karşılaştığımız bir insana, “selamün aleyküm, hayırlı sabahlar, merhaba, nasılsın…” diyerek gönül alıcı bir kelam etmenin parasal boyutu olabilir mi? bir öksüzün, bir yetimin, bir muhtacın başını okşamak, onun elinden tutarak ihtiyacını gidermenin verdiği mutluluğu para mı verebilir? Makam mı? Asalet mi? Soy sop mu?
Kötü, çekememezlik hastalığına tutulmuş ve fesat insanlar için şöyle denir;
Ne kendi etti rahat,
Ne verdi dünyaya huzur!
Def olup gitti dünyadan,
Dayansın ehli kubur! (ehli kubur, kabirdeki ölüler)
“Dünya üç günlüktür; dün, bugün ve yarın. Dün geçti, yarın daha gelmedi. Öyleyse bugünü değerlendirmeye bak.” Der büyükler. Evet; her bugün dün oluyor, her yarın da bugün. Önemli olan, içinde bulunduğumuz zaman dilimini yani bugünümüzü en iyi, en insani biçimde değerlendirme yoluna gitmektir.


Yazarın Diğer Yazıları