Konut arz sorunu çözülmeden kira enflasyonu zor düşer
AYMANAS ANILARI! (2)
Sezona Galibiyetle Başlamak
Önce İncir/Tin/Tatlı; Sonra Zeytin/Tuzlu (Tin/95/1)
Kommagene’nin Kalbi PERRE
Z KUŞAĞI MI DEDİNİZ? Z KUŞAĞI DEĞİL ZÜHT KUŞAĞI
“MİLLİ İSTİHBARAT AKADEMİSİ RAPORU” ÜZERİNE…
ÖZELLİKLE SON AYLARDAKİ HUTBELER; MÜKEMMEL
Muhaliflerin sevdiği rakip siyasetçi
ERİNMEDEN
TÜRKLERDEN ÇOK BATILILARIN İLGİ GÖSTERDİĞİ BİR MÜSLÜMAN TÜRK BİLGİNİ İBNİ SİNA
Yakan kim, kavrulan kim?
ÖTV Güncellemesi
Bakü’de Kurulan Tuzak
BASIN DİLİ
Pekmez köpüğü yemeyi severdim. Onu yemenin de bir raconu vardı; Ayva veya dut yaprağı olmazsa olmazdı. Köpük yeme merasimi ayrı bir zevkti. Komşularla imece usulü çalışmalar sonunda işler kısa zamanda bitirilirdi.
Yaşım yediye gelmişti. Okula gitme vakti, bilgi edinme zamanıydı. Abilerim, ablam Necati Bey İlkokulundan mezun olmuşlardı. İlkokul birinci sınıftan üçüncü sınıfa kadar Memduh Yavuz Süslü adıyla; kültüre, sanata, edebiyata düşkün olan değerli bir öğretmende okudum.
Dördüncü sınıfta Mehmet Oğuz öğretmenim oldu. Ancak annemin rahatsızlığı nedeniyle ders aklıma girmiyor, her an evi, annemi düşünüyordum. "Anneme bir hal olursa, onu kaybedersem halim nice olur?” diye günümü geçiriyordum. Öğretmenimin sorduğu sorulara hiç cevap veremiyor, adeta taş kesiliyordum, dilim lal oluyordu. Herkes bülbül gibi şakırken, ben sessizliği oynuyor, sükut ediyordum. Bu halimden dolayı dördüncü sınıfta kaldım.
Annem bel ağrısından mustaripti. Kolay değil, dört çocuğu ile ilgilenmek, evin her işine koşturmak kadıncağıza zor geliyordu. Ama yapmak zorundaydı Babam, eve nafaka temini için hep dışarda idi. Aylarca gelemediği olurdu. Dolayısıyla anne; hem baba ve hem annelik yapıyordu. İşin içine yoksulluk girince hayat daha da zorlaşıyor ve çekilmez oluyordu.
Sabah erkenden hazırlanırdım okula gitmek için Aymanas (Kalfalar)'dan kalkar, yaya olarak yarım saat veya kırk beş dakika yol giderdim. Kışın çamurdan, yazın tozdan yollar perişandı. Ne otobüs vardı, ne dolmuş. O zaman okullar tek tedrisatlıydı; sabah 08.00'den ikindi üzeri 15.00'e kadar devam ederdi eğitim.
Öğle arasında herkes evinden getirdiği yiyecekleri yerdi. Durumu iyi olan, zengin evin çocukları; sucuk, pastırma, zeytin, peynir, reçel…getirirdi. Fakir evin çocukları da tandır ekmeği, yumurta, patates…koyarlardı çantalarına. Tabii varsa koyarlardı. Yoksa akşama kadar aç bî ilaç dolaşırlardı. Okulun önüne simitçiler, tatlıcılar gelirdi. Bazen simit alacak param olmadığı için yalnızca camekanına bakmakla yetinir, yutkunur, ağzımın suyu akardı. Tatlıcılar okulun önünü mesken tutardı. Çocuklar tatlıya düşkün olur ya, onu bildikleri için her gün mutlaka bulunurdu tatlıcı. O zaman tam tatlı 10 kuruş, yarım tatlı 5 kuruştu. Yarım tatlı alacak kadar bile param olmazdı bazen. Herkes tatlı yedikçe üzgün ve arzulu gözlerle onlara bakardım.
İlkokul beşinci sınıftayken, Başarılı Çarşısı karşısında bir gazocağı tamircisinde çırak olarak çalışmaya başladım. Hem hayatı öğrenmek, hem de okumanın kıymetini bilmem için babam ve annem böyle bir karar vermişti.
Bir bayram günüydü, herkeste bayram hazırlığı vardı. Çarşılar, pazarlar, bayram hazırlığı yapanlarla doluydu. Satıcılar;
-"gel abi, gel abla, bayramlıklarımız burada!” diye bağırdıkça içi gidiyordu. Ailesinin, bayramlık alacak gücü yoktu.
Bayramlık elbiseler, ayakkabılar adeta;
-"gel beni al” diyordu. Ne yazık ki buna da gücümüz yoktu. Derinden bir "Off!” çeker ve gözyaşlarımı içime akıtırdım. Bayram benim için; yokluk, yoksulluk, fukaralık, yeni elbisem olmadığı için başkalarının verdiği elbiseleri giymek, yeni ayakkabı giyememek, arkadaşlarımla birlikte bayram ziyaretine gidememek, herkes gibi şen şakrak bir bayram geçirememekti. Bayramları sevmiyordum.
Ayağımda köylü lastiği vardı. Bayramda insanlar, özellikle çocuklar sevindirilir ya, ustam da; sevinsin, bayrama mutlu girsin diye köylü lastiğimi boyattı, bayrama hazır hale getirmişti. O sevincimi unutmak mümkün değildi. Lastik boyanır mı? Boyandı işte!
Şimdiye kadar hiç tak tak ses çıkaran, gıcır gıcır ayakkabım olmadı. Giyindiğim bu köylü lastiği, bana en iyi ıskarpinden daha güzel geliyordu.
Annemin hastalığı ilerledi. Ağrılardan, sızıdan duramıyordu. Ara sıra çocuklarına bakarak:
"Yavrularım, eğer bana bir hal olacak olursa birbirinize sıkı sarılın. Sakın parçalanıp ayrılmayın. Ben kendimi iyi görmüyorum.” Diyerek çocuklarına bir çeşit vasiyette bulundu. Ağrının şiddeti artmıştı. Ablam, komşu Sinem ablaya haber verdi;
"Abla, annem hasta, iyi görmüyorum durumunu” dedi ve ağlayarak Sinem ablanın boynuna sarıldı.
Sinem abla;
"Dur bakalım kız, biz hangi güne duruyoruz? Hamdi abine söylerim arabayı koşar, şehre doktora götürürüz. Doktor ne derse ona göre çare ararız” diyerek teselli etti.
At arabasını hazırladılar, hasta annemle birlikte babam, ablam ve ben binip, İstanbul caddesindeki Dahiliyeciye gittik. Doktor enine boyuna muayene etti ve babama;
"Hacı amca eşin Tifo, hazırlıklı olun” dedi. O güne kadar Tifo sözünü ilk defa duyuyordum. Öldürücü bir hastalık mı? Diye kafamda değişik düşüncelere daldım.
Daha küçüktüm. Eğer annem ölürse ne yapar, nereye giderdim? Okumam, kendimi kurtarmam gerekiyordu. Bu söz üzerine dünya başıma yıkıldı. Karmaşık duygular ve hüzün içinde tekrar arabaya bindirip eve döndük.
Evde matem havası vardı. Babam üzgün, abilerim ve ablam ağlıyordu. Rüyamda hep annemi ölmüş görüyordum. Korkuyla kalkıyor, annemin yanına varıyor ve nefes aldığını görünce derin bir "ohh” çekiyor ve rahatlıyordum. Ama bir süre sonra tekrar. "Ya annem ölürse” diye aklıma takılıyordu.
Bir ara annemin odasına girdim. Annem kıbleye karşı gözünü dikmiş, gülüyordu. Sordum:
"Anne, kime gülüyorsun” Annemin cevabı:
"Karşıda bir çocuk ellerini açmış bana gelmek istiyor, Onun bu şirinliğine gülüyorum” dedi. Sonra uyudu. Bir süre sonra babam;
"Oğlum çabuk gel, annen geçindi” demez mi? Geçindi demek, öldü demekmiş. Dünyam karardı. Babam ağlıyordu. Ev, matem yerine döndü. Komşulara haber iletildi. Sinem abla koşarak geldi. Bahçeye ocak kuruldu ve üstüne kazan kondu, cenazeyi yıkamak için su ısıtıldı. Sinem abla ve komşular el birliğiyle cenazeyi güzelce yıkayıp mahalle camiinden getirilen taputa koydular. Yakın komşularımızda otomobil olmadığı için uzaktaki komşu;
"Benim arabayla götürelim” dedi.
Araba evin önüne geldi, Cenaze ile birlikte bindik ve Hacı Fettah Camiine götürdük. Cenaze namazı Hacı Fettah'ta kılınıp, aynı mezarlığa defnedildi. Dün, hayatta olan annem artık yoktu. Kara toprağa verdik onu. Öyle ya her yenen tükenir, her yeni eskir ve her doğan ölürdü. Hüzünlü, gözü yaşlı şekilde eve döndük. Ne yemenin, ne içmenin tadı vardı. Komşulardan gelen yemekler sanki zehirdi. Gözüm hiçbir şeyi görmüyordu. Ne kadar teselli etseler de faydası yoktu.
Akşamları babam;
"Hanım, beni yalnız bıraktın, beni terk ettin, ben sensiz ne yaparım?” diye ağlıyordu. Annem Temmuz ayında vefat etti. Babamın artık yüzü gülmez oldu. Günden güne zayıfladı, iştahı kapandı. Eskiden çarşıya, pazara giden adam, evden dışarı çıkmaz olmuştu. Abilerim:
"Baba neden evde duruyorsun? Şöyle bir çık, arkadaşlarınla bir iki kelam et, iyi gelir” deseler de;
"Evlatlarım, bende iştah mı kaldı? Hiçbir şey istemiyorum. Kederim dağ gibi üstüme üstüme geliyor. Ben de ölmek istiyorum. Annenizin olmadığı hayatı neyleyim” dedi ve çocuk gibi hüngür ağlamaya başladı. Günler böyle geçti. Ta ki Bir Eylül ayında evde;
"Allah, Allah, Allah…” diye bir ses yükseldi babamın odasından. Odasına girdiğimde, babam kan ter içinde kalmış, gözleri adeta fal taşına dönmüş, dudakları morarmıştı. Telaşla;
"baba baba, ne oldu?” diye seslendim. Hemen komşu Hamdi abi ve kalaycı Ahmet ağayı çağırdık. Komşular:
"Baban iyi değil, hemen bir doktora götürmek lazım” dediler. Aklıma yine uzak komşu makinecı Süleyman amca geldi. Koşa koşa haber ilettik. O da sağ olsun arabasını hazırlayıp, evin önüne getirdi ve aceleyle doktora götürdük.
Doktor dinledi, inceden inceye muayene etti. Sonra;
"babanda damar sertliği ve Koah var. Sigaradan kaynaklanan bir hastalık. Takip etmemiz gerek” dedi. Dedi demesine de ne kadar uğraşılsa fayda etmedi.
Eve getirdik. Annem öldükten sonra baba emanetine iyi bakılması gerekirdi. Babayı da kaybederlersem hem öksüz hem yetim olarak nasıl bir yaşantı sürdürecektim? Takdiri ilahi karşısında kimsenin itiraz etme hakkı yoktur.
AYMANAS ANILARI! (1)
HUZURUN KAYNAĞI:“TERÖRSÜZ TÜRKİYE”
KARATAY TERMAL TATİL KÖYÜ
NE HAKKINIZ VAR?
SİYONİST UŞAKLARI YOK OLUŞUNUZ YAKIN!
SERENCAM; AYMANAS ANILARI
KUR’AN’LA DÜŞÜNMEK, KUR’AN’CA TEFEKKÜR
15 TEMMUZ VE TERÖRSÜZ TÜRKİYE
ALLAH’IN; HER ŞEYİ GÖRÜP GÖZETLEDİĞİNİ BİLEN KÖTÜLÜK YAPAMAZ
TERÖRSÜZ TÜRKİYE AMACINA ULAŞACAKTIR