Ekmek Karneyle, Şeker Karneyle, Gazyağı Karneyle

Aydınlar Ocağı’nın uzun zamandır sürdürdüğü; “sille Kültür evi” sohbetleri bütün hızıyla sürüyor! Her Salı günü akşam saat 20.00’de başlayan sohbetler, konuşmacıların hazırlıkları, konunun önemi, dinleyenlerin sorularıyla, saat 21.30 veya 22.00’ye kadar sürüyor.
Her hafta değişik konular anlatılıyor. Bu hafta (20 kasım 2012), Gazeteci- yazar Veyis Ersöz konuşmacıydı. Gördüklerini, duyduklarını ve yaşadıklarını anlattı.
İlk öğretmenliğe başladığı andan, bu güne kadar geçen olayları tarihi süreç içinde ele aldı. Gerçekten dinlenmeye değer bir konuşmaydı. Bendeniz çok yararlandım. O günkü Türkiye ile bugünün bir çeşit kıyaslaması yapıldı! Türkiye’nin nereden nereye geldiği açık ve net olarak dile getirildi.
Dikkatlice ve ibretle! Herkes, eline kâğıdını, kalemini almış, konuşulacakları not etmeye hazırlanmıştı. “acaba nelerden söz edecekti? Anlattıkları bizi nasıl etkileyecekti? Bu konuşulacak olanlardan bizler ne gibi ders çıkaracaktık? Tarihe bir not düşülebilecek miydi?” diye düşündüm. Salonun sıcaklığı elektrikli sobayla ısınmış, fakat asıl sıcaklık, dinleyenlerdeydi!   
Veyis Ersöz’ü dinliyoruz.  
 “Yokluk yılları, her şeyin karneyle dağıtıldığı, insanların ayağına giyecek bir ayakkabılarının olmadığı, aydınlanmak için idare lambası kullanıldığı-ki idarenin ışığının az olduğu, insanların birbirini görmekte zorlandığı- insanların üzerlerine giyecek doğrudürüst elbiselerinin olmadığı, “yamamayınca giyilmez, yalamayınca doyulmaz” anlayışı içinde mutlaka pantolonların dizlerine yama konduğu, kimsenin bir takımdan fazla elbisesinin bulunmadığı- olanlar varsa da bunlar, birkaç zengin ve durumu iyi olanlara aitti- komşunun komşuya, ateş almaya gittiği, savaş sonrası olduğu ve kötü bir yönetim yüzünden ülkede yokluk, fakirlik ve adaletsizliğin dizboyu olduğu bir dönemdi.
Ekmek karneyle, şeker karneyle, gazyağı karneyle ve az verilirdi! Nüfus cüzdanlarına- o zaman nüfus cüzdanları defter gibi yapraklıydı- yazılırdı. Hastalık vardı. özellikle sıtma yaygındı! Bit’siz insan yok gibiydi! O yüzden, “pire itte, bit yiğitte” diyerek, güya bit’i ve bit’li olmayı normal bir şeymiş gibi göstermeye çalışıyorlardı! Okuma yazma bilmeyen çoğunluktaydı!    
Özellikle manevi alanda büyük bir baskının, jandarma takibinin hüküm sürdüğü bir zaman dilimi! Milletin boynunda ağır vergi yükleriyle canından bezdirme politikaları vardı. Kur’an ve dini bilgileri öğrenmek için evlerin varsa eğer bodrum katları, kimsenin aklına gelemeyecek en ücra köşeleri seçilirdi. Ama kim haber verir, nasıl bulurlardı bilinmez, jandarma gelir buralara baskın yapardı! Ele geçirdikleri Kur’an sayfalarını götürürler, hocayı hapse atarlar veya döverlerdi! Okuyan çocukları da korkutarak evlerine gönderirler, sıkı takibe alırlardı!
Bazı camiler; müze, silah deposu ve askerlerin sevk edildiği askeri yönetim binası olarak kullanıldı! İplikçi camii’nin içinde heykeller vardı. kapının önünde bir kulübe, kulübedeki görevliler girecek olanlara bilet keserlerdi! 1957’de camiye çevrildi! İçindekiler de arkeoloji müzesine gönderildi. Şerafettin camii, askerlerin sevk edildiği mekandı.
Veyis Ersöz, “Köy Enstitüsü” mezunu bir öğretmen emeklisidir. Köy Enstitülerinin kuruluşunun doğru olduğunu, ancak zamanla bazı köy enstitülerindeki yanlışların tamamına mal edilemeyeceğini, tamamen kaldırılmak yerine ıslah edilerek iyi bir hale getirilmesi gerektiğini anlattı.”
“Sille kültür evi” gerçekten kültür konusunda insanları bilgilendiren, bize kendimizi tanımaya vesile olan konularla, öz değerlerimizle tarihe ışık tutan bir özelliğe sahiptir! Buna bu misyonu veren Aydınlar Ocağı Konya Şubesine, özellikle başkanı sayın Mustafa Güçlü ve ekibine şükranlarımı sunuyorum. Yolunuzu mutlaka buraya düşürün demeden de edemiyorum. Mutlaka sizin de alacağınız hisseler, sizi de ilgilendiren bir konu vardır.


Yazarın Diğer Yazıları