İbrahim’leri Yetiştirmeyen Toplumlar, Nemrut’ların Yetişmesine Sebep Olur

         Kur’an-ı Kerim, Nemrut’un bir putperest ve ateist olduğunu belirtir. Şımarıklığından dolayı Allah’ı inkar edip, bu hususta Hz. İbrahim ile tartışmış ve onu ateşe atmaya kalkmıştır.
         Nemrut, her türlü, inançsızlık, kötülük, vicdansızlık, ahlaksızlık… sembolüdür. Buna göre; nefis bir nemrut, şeytan bir nemrut, insanı insanlıktan çıkarmaya yönelik her türlü olumsuzluklar birer nemruttur. Onun için; hicret, onun için fetih, onun için kararlılık… gerekir.
         Hicret; terk etmek, ayrılmak, ilgisini kesmek anlamındadır. Kişinin; herhangi bir şeyden bedenen, lisanen veya kalben ayrılıp uzaklaşması demektir. Ancak, hicret denilince ilk bakışta; bir yerin terk edilerek başka bir yere göç edilmesi olarak bilinir.
         Genelde Müslüman olmayan bir ülkeden, Müslüman bir ülkeye gitmeyi, özel olarak Hz. Peygamberin ve Mekkeli Müslümanların Medine’ye göçünü ifade eder. Medine’ye göç eden Müslümanlara Muhacir, muhacirlere yardım eden Medineli Müslümanlara da; Ensar unvanı verilmiştir.
         Hicret; kötü şeyleri terk etmek, Allah uğrunda başka bir yere göç etmek, Allah’ın yasakladığı kötülük ve günahları terk etmek, kötü şeylerden uzak durmak gibi anlamlara geldiği de belirtilir.
         Hicret; geçmişte kalan bir şey değil, hala insanlık tarihini etkilemeye devam eden bir olay olarak özel bir zaman diliminin oluşmasına yol açmaktadır.
         Kur’anda, “fi sebilillah” ifadeleri vardır. Anlamı; Allah yolunda demektir. Allah yolu, dünya kurulduğu andan itibaren kıyamete kadar süreceğine göre, kıyamete kadar hicret devam edecek demektir. Her insan, Allah yolunda olmaya ve kalmaya devam etmek zorundadır. Hiçbir insan, Allah’ın ilahi kurallarının dışında değildir ve olamaz da. Tabir yerindeyse, Allah’ın ilahi kanunları bizi çepeçevre kuşatmıştır. Ya bu dünyada onlara uygun davranır, hayatımızı düzene sokarız, ya da sonuç felaket olur! Kimsenin, “ben Allah’ın kuralını tanımıyorum, Allah’ı kabul etmiyorum” deme lüksüne sahip değildir.
         Kur’anı Kerimdeki; “Allah yolunda hicret eden kimse, yeryüzünde gidecek birçok uygun yer ve imkan bulacaktır. Kim, Allah ve resulü uğrunda hicret ederek yurdundan çıkar da, sonra ölüm onu yolda yakalarsa, artık onun mükafatını vermek Allah’a aittir. Allah, daima günahları örtmektedir, engin rahmet sahibidir.” (Nisa/100) ayet, hicretin Müslümanlar için vazgeçilmez bir husus olduğunu belirtir.
         Ancak konuyu derinlemesine incelediğimiz zaman şöyle bir sonuç çıkar karşımıza; hicretin tanımında; “Allah’ın yasakladığı kötülük ve günahları terk etmek, kötü şeylerden uzak durmak” deniyor. Demek ki, öncelikle kendi nefsimizle mücadele etmek, kötülüklerden arınmak için, şeytani vesveselere girmemek adına kendi kendimizle bir hesaplaşmaya girmek zorunluluğu ortaya çıkmaktadır. Zaten en iyi ve en büyük cihad da bu değil mi? Peygamberimiz öyle demiyor mu? “Şimdi küçük savaştan, büyük savaşa gidiyoruz” diyerek, nefisle savaşmaya işaret ediyor. Nefisle savaş da kıyamete kadar sürecektir. Dağdaki velilikten, şehirdeki velilik daha üstündür.
         Hicrete kendimizi adadığımız zaman, gerçek anlamıyla Kur’anı anlayan, Peygamberimizi seven ve O’nun gibi yaşayan insanlar seviyesine yükselen değerli bir insan yapısına sahip olmuş olacağız! Şöyle de diyebiliriz; Kur’anı anladığımız, hayatımıza uyguladığımız, yürüyen Kur’an, canlı Kur’an olduğumuz zaman, hicreti de anlamış oluruz. İşte o zaman; “temiz toplum, huzurlu insanlar, barışçı bir dünya, el ele veren bir evren”e sahip olmanın mutluluğunu yaşarız!
         Üç aylara girdiğimiz şu günleri vesile edinerek, zamanımızı Nemrudlarla mücadeleye ayırmak zorundayız. Eğer Nemrutlarla mücadele etmezsek, kötülüklerin hakkından gelemeyiz. Peygamberler bunun açık örmeğini oluşturur!


Yazarın Diğer Yazıları