İNSAN ÜZERİNE BİR SÖYLEŞİ

Dün, 03 Aralık Engelliler günüydü. Bugün vesilesiyle yazımı; "İnsan Üzerine Söyleşi” olarak seçtim. İnsanı iyi anlarsak hayatımızın bir anlamı olur. İşte siz değerli gönül dostlarımla paylaşacağım fikir kırıntılarımdan bazı tespitler;

Hangi konu olursa olsun, hangi meseleyi tartışırsak tartışalım bize yol gösterecek olan Kur'an'ımızdır. Meseleleri ona havale etmediğimiz, çözümü onda aramadığımız sürece sonuç alamayız. Bugün dünyada sıkıntı var, problem mevcut. İnsanlığa materyalist felsefe akımları yol gösteremiyor. Göstermiş olsaydı; terörün, akan kanların olmaması lazımdı.

Baktığımız zaman materyalist felsefenin bizi çepeçevre kuşattığını görüyoruz. İnsanın maymundan türediğini söyleyen, ilk insanın vahşi olduğunu belirten, okuma ve yazmayı bilmediği gibi hususlarla insanların beyni felç edilmiştir.

Halbuki yüce rabbimiz; "Biz insanı en güzel bir şekilde yarattık.” (Tîn, 95/4) buyurması, ilk insanın Âdem olduğunu, ona bazı kelimeleri öğrettiğini "Hani rabbin meleklere, "Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım” demişti. Onlar, "Biz seni eksiksiz bilirken ve durmadan övgü ile tenzih ederken orada fesat çıkaracak ve kan dökecek birini mi yaratacaksın?” dediler. Allah "Şüphe yok ki, ben sizin bilmediklerinizi bilirim” demesi,

"Ve Âdem'e bütün esmâyı talim eyledi. Sonra (varlık âlemlerini) melaikeye gösterip, ‘haydi davanızda sadık iseniz, bana şunları, isimleriyle haber verin' dedi.” (Bakara, 2/31) ifadesi, ilk insanın bilgili olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.

İnsanı hakkıyla tarif etmek oldukça zordur. Cenâb-ı Hak, insana nihayetsiz istidat ve kabiliyet ihsan etmekle onu bütün mahlukattan üstün kılmıştır. O, Allah'ın öyle büyük bir nakşıdır ki, dünyanın süsü, cennetin çiçeği olmuştur. Yüce Allah, onu sevdiği gibi meleklerine de sevdirmiş ve meleklerine ona secde etmelerini emretmiştir.

Çünkü Yüce Allah, dünya ve ahireti insan için, insanı da kendisi için yaratmıştır. Onu sıfatlarının tecellisine ayna yapmış, kendisine muhatap kabul ederek, onunla konuşmuş ve sohbetiyle şereflendirmiştir. Allah'ın insana ikram ettiği nimetler, akılları hayrette bırakacak kadar büyüktür. Cenâb-ı Hak onu âleme sultan ve yeryüzüne halife tayin etmiş, bir ucu ezelde diğer ucu ebedde olan dünya ve ahiretin ölçülerini ve hassas dengelerini onun için düzenlemiştir. Allah Teâla, insanları dünyada maddi ve manevi nimetlerine mahzar etmek için yarattı, tâ ki insanlar, O'na ibadet etsinler, O'nun isimlerini ansınlar ve O'na şükürde bulunsunlar.

İşte insanoğlu, dünya ve ahiret saadetini bu vazifeleri yerine getirmekle elde eder. Cenab-ı Hakk'ın muradı da zaten, insanların bu saadet ve huzurla yaşamasıdır. İşte dünya ve ahiretteki nimetlerin kendisine takdim edildiği bu insan, o nimetleri kendisine veren Zat'a karşı şükür ve ibadetle mükelleftir.

İnsanın dünyaya gelişi, ne zevk ve safa, ne de yiyip içmek içindir. O dünyaya her şeyden önce Allah'a iman etmek, O'nu esma ve sıfatlarıyla tanımak, O'na muhabbet ve kulluk etmek için gönderilmiştir. İşte insan için en büyük zevk, bu vazifeleri yerine getirmektir. Zaten hayatın gayesi bunlar olduğu gibi, faziletin de kaynağı, pınarı bunlardır. Eğer, bir insan hayatını saadet ve neşe ile geçirmek istiyorsa, bu vazifeleri tam manasıyla yerine getirmesi gerekir. Haram dairesinde zevk ve sefa arayanlar en aşağı mertebelere düşerler. Bir kısım insanlar Allah'ın lütfuyla cennetin çiçeği olduğu gibi, bir kısmı da O'nun adaletiyle cehennemin odunu olurlar.

İnsan, hem kendisini hem de bütün bir varlık alemini inceden inceye düşünür. Bir kendine bir de içinde yaşadığı şu aleme bakar ve görür ki, her iki alemde de, türlü türlü değişimler, halden hale geçmeler ve hiç durmayan bir faaliyet, bir hareket vardır. Bütün bunlar ise, hiç şaşmayan bir kanun ve ölçü dairesinde gerçekleşir. Yerlerde ve göklerde canlı cansız hiçbir mahluk yok ki, bu kanuna ve Allah'ın tayin ettiği ölçülere boyun eğmesin.

Düşünen bir insan, Cenab-ı Hakk'ın varlığına ve birliğine şehadet eden kâinatı ibret gözüyle seyrettikçe O'na inanmanın ve O'nu tanımanın zirvesine erişir. Allah'a karşı kendinde latif ve zevkli bir cazibe hasıl olur. Yaratıcının azamet ve kudretini düşünmekten meydana gelen haz ve lezzetten, ruhanî bir zevk ve huzur hisseder. Böylece imanı ve irfanı parıldar, kalbi Allah'ı bilmenin ve O'nu sevmenin mükemmel bir ayinesi olur.

Yine o düşünen insan Cenab-ı Hakk'ın nimetlerinin sonsuz olduğunu görür ve der ki, "Allah Teâla hiçbir mahluku nimetlerinden mahrum etmemiştir. Herkesi kabiliyetine göre memnun ve tatmin etmiştir. Dinsizin inkârı, günahkarın isyanı ve zalimin zulmü bile O'nun nimetlerini vermesine engel olmamıştır."

"Kalpler ancak Allah'ı zikretmekle tatmin olur.” (Rad, 13/28)

 

Engeller Ruhta olmasın!


Sağlam görünenler, komada hasta,

Yeter ki engeller, ruhta olmasın,

Kim bilir belki de, elemde yasta,

Bitmeyen engeller, ruhta olmasın!


Engellilerimiz, hepsi canımız,

Aynı bedendir, aynı kanımız,

Ayrı gayrımız yok, bunlar yarımız,

Yeter ki şuurlar, ruhta olmasın!


Toprağımız aynı, suyumuz aynı,

Bayrağımız aynı, huyumuz aynı,

Hep Âdem'den geldik, soyumuz aynı

Yeter ki duygular, ruhta olmasın!


Yazarın Diğer Yazıları