İstanbul Niçin Fethedildi?

Feth-i Mübîn, hem dünya ölçeğinde hem de yaşadığımız coğrafyada etkileri halen devam etmekte olan büyük bir hâdisedir.
15. yüzyılın ortalarında kimi iç ve dış nedenlerin varlığı Fatih Sultan Mehmed’i Konstantiniye’yi bir an evvel fethedip, imparatorluğun gücünü pekiştirmeye sevk etmiştir. Nitekim Bizanslılar, Timur’dan sonraki dönemde Osmanlı şehzadeleri arasındaki taht yarışı ve haçlı tehdidi sebebiyle ayakta kalmayı başarabilmişlerdi. Fethi takip eden yıllarda Fatih Sultan Mehmed’in öncelikli meselesi, savaşlarla Anadolu ve Rumeli’deki merkezi otoriteyi güçlendirmek olmuştur.
Sultan II. Mehmed’in bu şehri Osmanlı Devleti’nin payitahtı yapması, İstanbul’un fethinin dünya tarihindeki konumunu da belirlemiştir. Avusturyalı tarihçi Paul Wiltek’in şu tespitleri çok önemlidir: “Barbar göçebeler olmaktan çok uzak bulunan galipler, İslâm dünyasında kemalini bulan yüksek medeniyete tamamıyla sahiptiler ve şimdi bunun için yeni bir merkez yarattılar. Bu yeniden ihyâ edilen şehirle, Türklerin bu muhteşem İstanbul’u ile zihinlerimizde bir defa daha beş yüzyıl önce mukadderatı tâyin eden hâdiseye dönelim ve bunu tarihin bir nirengisi olarak görelim; çok zaman önce ölmüş olan Şarkî Roma’nın sonu olarak değil, fakat daha ziyâde, asırlarca devam edecek olan bir imparatorluğun doğuşu olarak bu hâdise Asya’nın ve Avrupa’nın mukadderâtına şekil verdi.”
Fetihle birlikte Türk Cihan Devleti olma yolunda Osmanlı coğrafyasında bir Rönesans gerçekleşmiş, her alanda olduğu gibi ilim, kültür ve sanatta da fevkalâde gelişmelere imza atılmıştır.
İstanbul'un fethi sıradan bir fetih değildi. Orası her şeyden önce Hristiyan dünyasının merkeziydi. İstabul neden fethedildi?
İstanbul’a hakim olan Bizans,  Osmanlı’nın toprak bütünlüğünü bozuyordu.
Bizans İmparatorluğu, Anadolu beyliklerini kışkırtıyor ve Osmanlı yönetimine karşı ayaklanan şehzadeleri destekliyordu.
Bizans, Hristiyan dünyasını kışkırtarak Haçlı Seferlerine neden oluyordu.
 İstanbul, kara ve deniz ticareti bakımından önemli bir coğrafi konuma sahipti.
  Hz. Peygamber’in, Müslüman komutanları İstanbul’un fethi için teşvik etmesi etkili olmuştur.
 Osmanlı Devleti’nin Asya ile Avrupa toprakları birleşmiş, böylece toprak bütünlüğü sağlanmıştır.
Karadeniz ile Akdeniz arasındaki suyolları Osmanlı Devleti’nin eline geçmiştir. İstanbul’un fethinden sonra Kuzey ve Doğu Avrupa’dan gelen ticaret yolları bütünüyle Türklerin denetimine girmiştir.
Boğazların savunulması kolaylaşmış ve Osmanlı Devleti tabii başkentine kavuşmuştur. Roma İmparatorluğu’nun son kalıntısının ortadan kalkması ile Türk sultanları büyük bir itibar ve saygıya ulaşmıştır.
 Osmanlı Devleti merkeziyetçi, mutlak bir imparatorluk haline gelmiş ve devlet Yükselme Devri’ne girmiştir.
Karadeniz, Akdeniz ve Ege ticaretinin Türklerin eline geçmesi, Avrupa devletlerini Coğrafi Keşiflere yöneltmiştir.
 Bizans İmparatorluğu yıkılmış, ticari çıkarları elden giden Venediklilerle Osmanlıların arası bozulmuştur.
 İstanbul’un fethi surların yıkılabileceğini göstermiştir. Bu durum Avrupa’da feodalitenin yıkılmasına ve merkeziyetçi devletlerin kurulmasına ortam hazırlamıştır.
 İstanbul’un fethi Ortaçağ’ın sonu, Yeniçağ’ın başlangıcı kabul edilmiştir.
 İstanbul’dan İtalya’ya giden Bizanslı bilginler burada Rönesans hareketlerinin başlamasına katkıda bulunmuştur.
Türkler İstanbul’u fethettikten sonra halka din ve vicdan hürriyeti tanımışlar ve Ortodoks Kilisesi’ni koruma altına almışlardır. Böylece; Hristiyan dünyasının birleşmesinin engellenmesi, Katolik Kilisesi’ne karşı güç oluşturulması ve halka hoşgörülü davranıldığının kanıtlanması amaçlanmıştır.
Fatih’in manevî ve edebî şahsiyetinin şekillenmesinde babası II. Murad’ın etkisi olmuştur. İyi bir şair, mutasavvıf ve ilim dostu olan babası II. Murad, Emir Sultan, Hacı Bayram-ı Velî gibi gönül sultanlarının ikliminde yetişmiştir. Saltanatı döneminde şehzâdelerin donanımlı bir şekilde yetişmesi yolunda disiplinli ve sistemli yapıyı da Sultan II. Murad kurmuştur.
Böyle disiplinli bir ortamda Fatih Sultan Mehmed şehzâdelik yıllarında Molla Güranî, Molla Hüsrev, Hocazâde ve Molla Alaüddin-i Tûsî gibi âlimlerin rahle-i tedrisinden geçmiş, hükümdarlığı döneminde de tasavvufî bir yaşamı benimseyerek Akşemseddin’den istifade etmiştir. Bu dönemde isimleri zikredilen âlimlerin arasında Hızır Bey Çelebi, Ali Kuşçu, Sinan Paşa, Molla Lütfî gibi isimler de vardır.
Tasavvufî terbiyesini “Avnî” mahlasıyla kaleme aldığı şiirlerine yansıtarak mecâzî düşünceyi, estetik birikimi, kültürü en ihtişamlı haliyle ortaya koymuştur. Bizans tarihçilerinden Krititovulos Fatih’in, Arapça ve Farsça’dan başka İbranice, Keldanice, Yunanca, İslavca ve Lâtince bildiğini yazmaktadır.


Yazarın Diğer Yazıları