KONYA’DA KIŞ MEVSİMİ!

Çocukluğumun kışlarını hatırlarım; diz boyu kar olurdu. O zaman Konya evleri düz dam olduğu için, yağan karları kürümek gerekirdi. Damlardan kürenen karlar, sokakları doldurur ve büyük bir kar dağı oluştururdu. Evimizin içinde lavabo tertibatı yoktu. Avludaki emme basma tulumbadan çekerdik suyumuzu. Annem rahmetli o kış kıyamette tandırda ekmek yapacağım, çocuklarımın karnını doyuracağım diye çabalardı.

Çocuk olduğum için karda- kışta ne üşüdüğümü anlardım, ne de ellerimin, ayaklarımın buyduğunu. Halbuki ellerim ve ayaklarım soğuktan kıpkırmızı olur, burnum üşümenin tesiriyle mosmor kesilirdi. Buz olan yollarda, buz tutan üzüm bağında kaymak (Konya tabiriyle; zılmak) en çok hoşuma giden oyundu. Kayak yaparken affedersiniz zılarken, arkadaşlarla birlikte olmanın hazzı bir başkaydı. Tabii zılarken düşmek de cabasıydı işin. Ama biz buna falan aldırış etmezdik. İşin en güzel yanı neydi biliyor musunuz? Tertemiz hava!

Kış mevsimi olur da, kardan adam yapılmaz mı hiç? Kar yağınca ilk işimiz mutlaka kardan adam yapmaktı. Bundan son derece haz alırdık. Karları yuvarlayarak büyük bir top haline getirir ve kardan adamı yapacağımız yere getirirdik. Kar yığınlarını üst üste koyar, bir heykeltıraş edasıyla eserimizin önünde durur, önce vücudunu sonra ellerini, kafasını yapar ve en sonunda burnuna bir havuç takar, gözlerine de kömür yerleştirirdik. Artık kardan adamımız hazırdı. Günlerce kalırdı kardan adam. Bulabilirsek başına bir şapka, bir de atkı dolardık boynuna.

Okul döneminde ara tatilde-ki kışın en şiddetli olduğu zamandı- abimle birlikte Muhacir pazarı civarındaki mahallede simit fırınından simit alır mahalle arasında; "simiiit” diye bağırarak satmaya çalışırdık. Bir taraftan ellerimiz üşür, ısıtmak için nefesimizden yardım isterdik. Eh biraz ısınır gibi olurdu ama o kadar şiddetli soğuk olurdu ki dayanılacak gibi olmazdı. Evlerin damından kürenen karlar da sokakları kar dağına çevirdiği için bu karların içinde düşe kalka simitlerimizi satmaya çalışırdık. Epey üşür ve simit fırınına geldiğimiz zaman sanki ısınmak için kendimizi fırının içine atmak isterdik.

Çarşıdan Aymanas'a (Aymanas, benim doğup büyüdüğüm mahalledir. Şimdiki adı; Kalfalar) doğru yola koyulurduk. Soğuk o kadar içimize işlerdi ki dişlerimiz birbirine vururdu soğuktan. Ne belediye otobüsü vardı, ne dolmuş. Tabana kuvvet giderdik. Yollar karla kaplı olduğu için sadece keçi yolu kadar dar bir geçit bulur onu takip ederdik. Ayakkabımızın altı yırtık olduğundan içine su girer, soğuktan parmaklarımız donar ve sudan dolayı buruşurdu. Adeta parmaklarımızı hissetmezdik soğuktan. Ama şikâyet etmezdik asla, ne soğuktan, ne kardan, ne tipiden…

Evimize geldiğimiz zaman sanki hamama girmiş gibi olurduk. Aslında sobanın etrafı böyleydi. Hani bir söz var ya; "sağım harman savurur, solum kavurga kavurur” denir aynen böyle olurdu. Annem rahmetli, bizi üşüdüler diye çay yapar, sıcacık bazlamanın içine; patates, yumurta, soğanla karışık sıkma yapar elimize verirdi. Onun verdiği zevki tarif etmek mümkün değil. Artık ne içimize işleyen soğuk, ne ellerimiz, ayaklarımız ve burnumuzun donması umurumuzda olurdu. Çünkü evimizdeydik, çünkü ailemizin sıcaklığı bizi ısıtıyordu. Hepsinden önemlisi anne ve babamızın varlığının sıcaklığı yeterdi. O zaman aklıma, annesiz, babasız, yuvasız çocuklar gelirdi. Ne yapıyordu o zavallılar? Kimler sıcak bir tas çorba verecek, kimler sıcak evini açacak? Kimler battaniyeye sarıp, üşüyen gönülleri ısıtacak?...Diye düşünürdüm.

Kış geceleri uzun olduğu için akşamları; ya dokuztaş, ya beş taş, ya evden eve, el el üstünde kimin eli var? Şehircilik… oyunu oynar, gecemizi değerlendirmeye çalışırdık. Babam rahmetli bize; Kur'an tefsirinden açıklamalar yapardı. Mehmet Âkif'in Safahatı'nı okuyup, şiir tahlili yaptığını hiç unutmam. Niyazi Mısri'den beyitler okur, Yunus Emre Divanından şiirler okuyarak bize edebiyat dersi verirdi.

Annem, mısır patlatır, sobada soğan közlerdi. Yazdan hazırlanmış kayısı pestili ve kayısı kurusunu yemenin tadına doyulmazdı. Fakirlik, yoksulluk vardı ama huzurumuz yerindeydi hamdolsun. Hiç birimizde manevi yönden problem yoktu. Allah mekânlarını cennet eylesin annem ve babamın bu konudaki gayret ve çabalarını inkâr edemem.

Kar yağdığı zaman ağaçlar adeta çiçek açmış gibi olurdu. Hepsi bembeyaz elbiseye bürünür bir gelin gibi olurdu. İnsanların kaşı, gözü, elbisesi karla dolar, kardan adam olurlardı.

Yollar diz boyu kar olur, sadece bir keçi yolu gibi yol açılırsa oradan gidip gelmek mümkün olurdu.

 

 

Kış Güzelliği!

 

Kışın yağan karlar toprağa şifa,

Ruhları sarıyor kış güzelliği,

Bağlara bahçeye doğaya safa,

Canları örüyor kış güzelliği!

 

Ovalar yaylalar karlarla güzel,

Sıcak tebessümlü yarlarla güzel,

Yemyeşil ormanlar kırlarla özel,

Murada eriyor kış güzelliği!

 

Her mevsim ayrıdır her dönem başka,

Beyaz bereketler geliyor aşka,

Kadir kıymetini bileydik keşke,

Muhabbet seriyor kış güzelliği!

 

Ağaçlar beyaza büründüğü an,

Fakir fukaralar korunduğu an,

Sıcak sevgilerle sarındığı an,

Güvence veriyor kış güzelliği!

 

Dostluğu vefayı ihmal etmeden,

Hayatı anlamsız kılıp gitmeden,

Şâdân olan cana zehir katmadan,

Her dem yalvarıyor kış güzelliği!

Yazarın Diğer Yazıları