KUR’AN TALİMİ; FERGAP VE PERŞEMBELİK

Âşığım Sana Konya!

Yaranların diyarısın, ağyarları yakarsın,
Hoşgörü deryasısın Mevlana'ca bakarsın,
Her zaman gönüllere muhabbetle akarsın,
Dünyanın gözdesisin âşığım sana Konya!

Bağrında sayısızca aşkın gülü bitiyor,
Belde-i muhayyere canlara can katıyor,
Bağımsızlık uğruna birçok şehit yatıyor,
Vatana sevdalısın âşığım sana Konya!

Sevgileri akıtır, asırlardır dost arkın,
Sema törenleriyle öne çıkıyor farkın,
Dillerden düşmüyor hiç gönüllerdeki şarkın,
Mana erenlerinle âşığım sana Konya!

Gündüzümde sen varsın, gecelerimde de sen,
Cümlemde kelimemde, hecelerimde de sen,
Baş tacımsın sen benim yücelerimde de sen,
Her zaman kalbimdesin âşığım sana Konya!

 

 

 

https://m.media-amazon.com/images/I/51fwNjuuhSL._SY498_BO1,204,203,200_.jpg

Çocukluk Konya'mda beni mutlu eden uygulamalardan birisi de; camide Kur'an öğrenmemizdi. Kur'an öğrenebilmek için, alfabe niteliğinde olan cüzden başlamak gerekirdi. Mahallenin her çocuğu eline cüzünü alır, doğruca mahalle camiine giderdi. Cami imamı önce çocukları bir teste tabi tutardı, dini bilgileri ne kadar? Kur'anı bilen veya bilmeyen kaç çocuk?

Önce;

-"Çocuklar, Müslüman mısınız?” diye sorar, hep bir ağızdan;

-"Elhamdülillah” diye yüksek sesle ve mutlu bir şekilde cevap verirdik. Bu sefer;

-"ne zamandan beri Müslümansınız?” deyince, kimimiz;

-"Annemden doğduğumdan beri,” kimimiz;

-"Anamdan atamdan gördüğüm ve duyduğumdan beri” derdik.

Hocamız;

-"kalu beladan beri Müslümanız” diye doğrusunu söylerdi.

"kalu bela ne demek?” diye sorulan soruya hiç birimiz cevap veremiyorduk. Çünkü bunun ne anmala geldiği hakkında bilgimiz yoktu.

Yine hocamız devreye girer;

-"Kalu bela, elestü bi Rabbiküm hitabının cevabıdır” der, ardından, bizim, bunları bilemeyeceğimizi tahmin ettiği için ken isi söylerdi.

"Rabbimiz, ruhları yarattığı zaman; "Elestü bi rabbiküm? (Ben sizin rabbiniz değil miyim?) diye ruhlara sorar, onlar da;

"Bela (Evet)” diye cevap verirler. İşte o günden beri Müslümanız” diyerek, bize en doğru bilgiyi sunardı.

Hocamız, bu kısa imtihandan sonra kimlerin Kur'an okumasını bilip bilmediğini test ederdi. Topluca herkese sorar;

-"içinizde Kur'an okumasını bilen var mı?” eğer varsa, teker teker;

"Sen oku” derdi. Okuyamazsa, cüzden başlatırdı. Cüz okuduktan sonra da namaz surelerimizi öğretir, namaz kılacak kadar sure ezberletmeye çalışırdı.

Hem Cüz, hem Kur'an, hem namaz surelerini öğrenmek için hepimizde bir heves, bir merak vardı. Akşama kadar olsa okumak isterdik. Ama öğleye kadar devam ederdi Kur'an kursu.

Namaz surelerinden İnşirah (Elem neşrah) suresine gelince; "fergab” ayetinde okuyanın takkesi kaplır ve yüksekçe bir yere atılırdı. Ertesi gün evinden camiye ve Kur'an okuyan arkadaşlara hediye getirmedikçe takke oradan inmezdi. Bunun için herkes bu ayete gelince mutlaka bir şeyler getireceğini bilirdi. Bir çeşit hediyeleşmekti bu.

Cami görevlisi hocamızın emeğine karşılık her Perşembe günleri; "perşembelik” adıyla hediye getirilirdi. Bu, para olabileceği gibi, yiyecek, giyecek de olurdu. Fakat çoğunlukla para getiriliyordu.

Kur'an öğrenme talimleri sırasında camide ezan okumak bizim en büyük zevkimizdi. Adeta yarış yapardık, "sen okuyacaksın, ben okuyacağım” diye. Mahalle camimizin minaresi tahtadan alel usul yapılmıştı. Çıkarken tahtalar gıcırdar, kırılacak diye korkardık. Bir başka korkumuz, tabut minareye çıkılacak yerdeydi. Malum o dönemde camiler odun ve kömürle ısıtıldığı için, caminin arka kısmına odun kömür konur, bunların üstüne veya yanına da taput bırakılırdı. Ezan okumaya giderken tabutun yanından geçmek cesaret isterdi. Sanırdık ki, tabutun içinden bir ölü çıkacak! (15 NİSAN 2023)


Yazarın Diğer Yazıları