MEVLANA İKLİMİNDE

Bu gün 17 Aralık. Mevlana'nın deyişiyle: "Şeb-i Arus”. Mevlana bunu nasıl başarmış? Ölümü nasıl güzelleştirmiş? Onun yatığını bizler yapamaz mıyız? O kadar zor mu? Mevlana da; senin, benim, bizim… gibi bir insan, bir fani değil mi? O da; doğmuş, çocukluk yaşamış, gençliğinde bazı problemlerle karşılaşmış, üzüldüğü gün olmuş, sevindiği anlar olmuş. Evlenmiş, çoluk çocuğa karışmış. İlim yolunda temayüz etmiş, eserler vermiş. Ve günü gelince sevgilisine vuslat etmiş. Mevlana, insanüstü bir varlık değil.

Pekiyi madem öyleyse neden bizler onun dediklerini- ki dedikleri Kur'andır, Sünnettir, İslam'ın ta kendisidir- neden yapmamakta ısrar ediyoruz? Mevlana türbesini ziyaret etmek güzel ama oradan alacağımız hiç hisse olmayacak mı? O mistik havadan nasiplenmeyecek miyiz? Dünyanın koşarak gelmesinin bir anlamı yok mu sizce? Asırlardır insanların gönlüne girmeyi nasıl başardı bu kıymetli insan?

Nasıl mı başardı işte size iki anahtar; Alçakgönüllülük ve hoşgörü.

 

  1. Alçakgönüllülük:

 

Alçak gönüllülük; tevazu ile anlatılır. Ahlakın bir parçasıdır. Meyveli dalın başı öne eğik olur denir. Tevazu, ağırbaşlılıktır. Kendini, her şeyi bilir pozisyonunda görmek, halk tabiriyle ukalalık yapmak kimsenin tasvip etmediği bir tutumdur.

Alçak gönüllülük; miskinlik değildir. Alçak gönüllü olmak demek; her kötülüğe, her çirkinliğe, her olumsuzluğa; "Evet” demek değildir.

Sevgili peygamberimiz; "Bir kötülük gördüğünüz zaman önce elinizle değiştirmeye çalışın. Buna gücünüz yetmezse dilinizle değiştirmeye çalışın, buna da gücünüz yetmezse kalben gidermeye çalışın....” buyurur. Bu; doğru, güzel, ahlaki, ilahi emirlere ters olmayan, insanlara yararlı olan... Şeylere onay vermek anlamı taşır.

Alçak gönüllülük; kâmil insan olmanın bir boyutudur. Mevlana, Mesnevi'de bu konuyu şöyle ele alır:

"Yusuf'a karşı nazlanma, güzellik iddia etme. Yakup'casına niyaz etmek ve ah eylemekten başka bir şey yapma.”

"Baharların tesiriyle taş yeşerir mi? Toprak ol ki, renk renk çiçekler bitiresin.”

"Yıllarca gönüller yırtan, kalplere elem veren taş oldun. Bir tecrübe et, bir zaman da toprak ol.”

"Hangi hoş vardır ki nahoş olmamıştır? Yahut hangi tavan vardır ki yıkılmamış, yere serilmemiştir?”

"Ululuk, zehirli bir şaraptır. O şarapla aptal kişi sarhoş olur.”

"Onun zehirli olduğuna inanmıyorsan, bak da gör; Âd kavmine o zehir neler etti?”

"Kılıç, boynu olanın boynunu keser. Gölge, yerlere döşenmiştir, o hiç yaralanmaz.”

"Ululuk; fazla ateştir a azgın! Kendini ateşe nasıl atıyorsun?”

"Yerle bir olan, bak hele, oklara hedef olur mu hiç?”

"Fakat yerden başkaldırdı mı, o zaman hedefler gibi çaresiz yaralanır.”

 

 

 

 

 

  1. Hoşgörü:

 

Hoşgörü; müsamaha, tolerans, görmezden gelmek, affetmek, yumuşak huyluluk... Gibi anlamlarda kullanılır. Hoşgörü ile tavizi birbirine karıştırmamak lazım. Hoşgörü içinde taviz yoktur, tavizde de hoşgörünün yeri olmaz.

İnsan olarak bizler nedense, her kavramda olduğu gibi bu konuda da işi başka mecralara çekmeye bayılırız. Hoş görülecek şeyler vardır, hoş görülmeyecek şeyler vardır. Hoş görebilmek için; öncelikle; insanlara, topluma zararsız olması, her yönden hizmete kapıların açık tutulması gerekir. Bu, hem Allah'ın emirleri istikametindedir, hem de Peygamberimizin yaptığıdır.

"Sıcak da söylese, soğuk da söylese; hoş gör ki, sıcaktan, soğuktan ve cehennem azabından kurtulasın.”

"Âlemin ayıbını söyleyen, daha fazla yol kaybeder. Ne mutlu o kişiye ki, kendi ayıbını görür. Kim, birisinin ayıbını görürse, o alınır, o ayıbı kendisinde bulur. Çünkü insanın yarısı ayıptandır, yarısı gaybdan. Sende o ayıp yoksa da yine emin olma. Olabilir ki o ayıbı sen de yaparsın, günün birinde o ayıp, senden de zuhur edebilir:”

"Ayıplar, kirleri reddettiğinden ayıp oldu. Kayıplar, onlara hasedi yüzünden kayıp kesildi.”

"İşi çok karıştırmayın da, sırrınızı açmayayım, önünüzü, sonunuzu söylemeyeyim.”

"Dostların hatası, yabancıların doğrularından daha iyidir:”

"Ancak Allah için birisine düşmanlık etmeli.”

"Hilim kılıcı, demir kılıçtan daha keskin, hatta yüzlerce ordudan daha galip, daha üstündür.”

"Nice düşmanlıklar vardır ki, dostluğa çıkar. Nice yıkılmalar vardır ki, yapılmaya döner.”

"Belayı def etmenin çaresi; sitem etmek değildir. Buna çare; ihsandır, aftır, keremdir.”

"Şeriatta ihsan da var, ceza da... Padişah, başköşeye geçer. At, ahıra bağlanır.”

"Allah'ın yarattığı hiçbir şey abes değildir. Kızgınlık, hilim, öğüt, hile. Hepsi doğrudur.”

"Aflar; her gece şu gönülden çıkar, güvercinler gibi sana uçar, ulaşır.”

"Halkı, ırmak gibi, sel gibi affet, yıka, arıt. Kendi denizine daldır, temizle.”

"Ört de, senin ayıbını da örtsünler. Kendine emin olmadıkça, kimseye gülme.”

"Kendine yapılmasını istediğin şeyi âleme yap. İster eziyet olsun, ister zarar.”

"A gönül, o kusurlara karşılık özür dilemek için neler düşünmüşsün? Ondan, bunca vefalar gelmede, senden ise, bunca cefalar.”

"Ondan; bunca keremler, senden ise, aykırı, ileri geri işler. Ondan bunca nimetler, senden ise, bunca hata...”

Yazarın Diğer Yazıları