Mezardan Gelen Bebek Sesi!

Bir baba hamile hanımını bırakıp Allah yolunda cenke gidiyor. Döndüğünde hanımının öldüğünü ve defnedildiğini öğreniyor. Kabre gittiğinde ise ibretlik bir olaya şahit oluyor…
Meyyitzade’nin babası yiğit bir askerdi. Birçok cengâver gibi o da Sultan 3. Mehmed’in 1596 yılında yaptığı Eğri Seferi’ne çağırılmıştı. Fakat o esnada hanımı hâmileydi ve doğumu da bir hayli yaklaşmıştı. Bununla beraber Allah yolunda cihadı her şeyin üstünde tutan cengâver baba, sefer hazırlıklarını tedarik etti ve hâmile hanımıyla şefkat ve muhabbet hisleri içerisinde helalleşti.
Ruhları coşturan kös sesleri ile şimdiden kendisini gaza heyecanına kaptırmıştı. Son defa nur yüzlü vefakâr ve fedakâr hanımına baktı. Doğum esnasında yanında bulunup alakadar olamayacağı için, gönlü mahzun bir hâlde, düşmana kılıç sallayacak olan ellerini edeple Cenabı Hakk’ın ulvî dergâhına açtı. Gözlerine biriken mer-hamet damlaları arasında niyaz etti:
“İlâhî! Senin yolunda gazaya gidiyorum. Malûmundur ki Sen’den başka kimsem yok! İlâhî! Şu vefakâr ve çilekeş hanımımdan doğacak olan evlâdımı Sana emanet ediyorum. Lütuf ve keremin-le onu muhafaza eyle!”
Bundan sonra atına atlayan cengâver baba, hızla gözden kayboldu. Osmanlı ordusu ile beraber Eğri’ye varıp da düşmanla harbe tutuştuklarında aslanlar gibi cenk yaptı. Neticede Allah’ın inayet ve yardımıyla Osmanlı ordusu, muzaffer oldu. Kumandanından askerine kadar bütün yiğitler, alınlarında şeref ve zafer halelerinden örülmüş çiçeklerle o zamanlar bir adı da Der saadet (saadet kapısı) olan İstanbul’a döndüler.
Dönüşle beraber der-hal kumandanından müsaade alan cengâver baba da, doğruca evine gitti. Ancak eve geldiğinde gördü ki kimsecikler yok. Oysa ordunun muzafferen döndüğü haberi her tarafta duyulmuş bulunduğundan, hanımının evde kendisini bekliyor olması lazımdı. Büyük bir merak ve telâş içerisinde hemen etraftaki komşulara koştu ve hanımını sordu. Cengâver babayı karşılarında gören komşular, mahzun bir şekilde:
“–Yiğit! Allah gazanızı mübarek etsin ve sizin ömrünüze bereket ihsan eylesin!” dediler.
Bu cümleden kastedilen hakikati anlayan baba, bir anda kalbini saran yakıcı bir elemin verdiği iradesizlikle:
“–Hayır, olamaz!” diye kekeledi ve ardından hafif bir sesle:
“–Olamaz! Ben doğacak yavrumu kâinatın Rabbine emanet eylemiştim! O, muhafaza edenlerin en hayırlısıdır!..” dedi.
Bir müddet derunî bir sükût içinde kısa bir an geçti. Kederli baba, yanındakilere baktı; sonra içine doğan bir ilhamla haykırdı:
 “–Elbette ki merhamet sahibi olan Allah, muhafaza edenlerin en hayırlısıdır! Tiz bana refîkamın kabrini gösterin!” dedi.
Birlikte kabristana yöneldiler. Baba, kalbinin sesine uyarak kazma ve küreğini de yanına almıştı. Kabir kendisine gösterildiğinde heyecanla kulağını mezarın toprağına koydu ve dinlemeye başladı. Bir müddet sonra haykırdı:
“–İşte yavrumun sesini işitiyorum!”
Kabirde ölü anneden doğmuş nur topu gibi bir yavru vardı ve annesinin göğsüne yapışmış bir vaziyette duruyordu.
Gazi baba, hemen yavrusunu alıp bağrına bastı. Onun pembe yanaklarına bûseler kondurdu. Sonra yavruyu sıcak bir kundağa sardı. Açılmış olan kabri de, hanımına dilinde «Veda Fatihası» olduğu hâlde itina ile tekrar kapattı. Herkes, bu mucizevî ve Rabbanî tecelli karşısında hayret ve hiçlik makamında idi.
Bu yavru, güzel bir tahsil ve terbiye içerisinde büyüdü ve şöhreti bütün Osmanlı mülkünü saran zahit bir âlim oldu. Başından geçen bu mucizevî tecelli dolayısıyla hep Meyyitzâde diye anıla geldi. O, Hak Teâlâ’ya mutlak ve samimî bir teslimiyetin ibretli ve hikmetli bir bereketiydi. (Kaynak: Osman Nuri Topbaş / Osmanlı, Erkam Yayınları
İslamveihsan.com)


Yazarın Diğer Yazıları