Özeleştiri

“Eli taş altına sokmak”, “Çorbada tuzu olmak”, “Ben de varım demek”, “Benin nasıl bir hizmetim olabilir”, “Bu gemide ben de olduğuma göre, neler yapmalıyım? Üzerime düşen görev nedir?”…. Bütün bunlar, güzel sözler! Ama sözlerin eyleme geçmesi, uygulama alnına girmesi, görünmesi, insanlara ve topluma yansıması daha önemli!
Her şeyi başkalarından beklemek, veren el olmamak, asalak, aymaz, vurdumduymaz… tavırlar; insanlığa ve topluma ne gibi yaralar açar? Bütün bunları sık sık gündeme getiririz! Yazarız, çizeriz, söyleriz… arkadaş toplantılarında, dost meclislerinde, aile sohbetlerinde konuşacağız, başkalarını eleştireceğiz diye kendimizden geçeriz. Geçeriz de, bir gün olsun üzerimize düşen görevleri yapmak için çaba harcamayız!
Özellikle bugünkü yazımda kendimi özeleştiriye tabi tutmak istiyorum. 1980 yılından beri (34 senedir) yazarlık yapıyorum, sosyal medyada yazılarım, makalelerim ve şiirlerim yer alıyor. 12 tane kitap yayımladım! Radyolarda, televizyonlarda programlar yaptım. Şeytan diyor ki; “Bununla yetin, yeter, senden bu kadar, yoruldun, yaşın da epey oldu, nasıl olsa emeklisin de…!” Bunları görünce nefsim beni, “vay be sen neymişsin, neler yapmışsın?” diye böbürlenmeye doğru itiyor! Eve gittiğim, düşüncelere daldığım zaman, “ben ne yapıyorum? Bu davranış ve düşünce, Allah korusun insanı gayyaya sürükler!” o zaman biraz rahatlıyorum!    
Zira yüce yaratan; ilim tahsili imkânı, akıl, düşünce, sağlık… gibi nimetler verdi! Acaba topluma ne kadar yararlı oldum ve oluyorum? Müslüman insanın emeklisi olmaz. Belki bir memuriyetten ayrılma söz konusu olabilir ancak, ölünceye kadar çalışma devam eder. “hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için, yarın ölecekmiş gibi ahret için çalışın”, “Hesaba çekilmeden önce kendinizi hesaba çekin”, “Beş şey gelmeden önce, beş şeyin kıymetini bilin; İhtiyarlık gelmeden önce gençliğin; hastalık gelmeden önce sağlığın; ölüm gelmeden önce hayatın; fakirlik gelmeden önce zenginliğin; meşguliyet gelmeden önce boş vaktin” peygamber sözü bana bir şey anlatmalı! Beni kendime getirmeli, beni ikaz etmeli, gözümü açmalı!
Tahir’ül Mevlevi’nin şu sözü bana ibret olmalı;
“Eli boş gidilmez gidilen yere,
Rabbim boş gelmedim suç getirdim!
Dünyalar çekemezken bu ağır yükü,
İki büklüm sırtımda pek güç getirdim!”  
Şöyle dönüp baktığım zaman ömrümün büyük kısmının “hay huy”larla geçtiğini görüyorum! Allah’a, peygambere, İslâm’a yarar bir işimin olmadığının farkına varıyor ve hayıflanıyorum!          
Sadece yazmak yetmiyor! Halkıma, milletime, insanlara daha çok hizmet etmek, yeteneğim doğrultusunda, bilgilerim çerçevesinde; konferanslarla, söyleşilerle, televizyon ve radyo programlarıyla da bilgilerimi paylaşmak, bilgimin zekatını vermek istiyorum. Bugün gözüm kapansa, Allah’a karşı ne cevap vereceğim? Diye düşünmeden edemiyorum!
Kur’anın emirleri; toplumda daha aktif, daha sorumlu, daha çok gayret sarf etmek içindir! Peygamberlerin hayatı, kıssalar, örnekler… tamamen, inancın eyleme dönüşmesine yöneliktir! Kur’an, pısırık, mıymıntı, kendine Müslüman, aymaz, sorumsuz insan istemiyor! Yani Allah’ımız, yüce kitabında insanı inşa etmek için çalışıyor! Ama bunun için bize çok önemli görevler düşüyor!
Her ameli Salih, farzdır. Her farz ibadettir. Öyleyse her ameli salih ibadettir. Topluma, insana hizmet de bir ameli Salih olduğuna göre, bu ibadetten yoksun yaşamak, Allah’a karşı görevlerimizi yapmamak anlamına gelir.
Armudun sapı, üzümün çöpü var demek kolay. Önemli olan, bu ülke gemisi içinde bulunduğuma, bulunmak zorunda olduğumuza göre, geminin delinmemesi, su almaması, huzur içinde selamet sahiline ulaşmak için düşünce mekanizmalarımızı çalıştırıp, veren el olmak zorundayım ve zorundayız!
Eğer görevlerimizde aksaklık yapmazsak, ne Soma facialarını yaşarız, ne insanlara çamur atarız, ne de devlet malına zararlar veririz! Unutmayalım ki yattığımız yerden ne altın yağar ne gümüş!


Yazarın Diğer Yazıları