“SEV” DEDİ RABBİM

"Umutsuz olma, ne umutlar var. Karanlığa gitme, ne ışıklar var!”

 

"Gül verenin elinde gül kokusu kalır. Tatlı dil ve güler yüzün açamayacağı kapı yoktur.” Hz. Mevlana

 

"Yılda bir kurban keserler halk-ı alem ıyd (bayram) için, dem be dem saat be saat ben senin kurbanınam!” (FUZULİ)

 

Ailemi Sevmeyi Rabbim Emretti!

 

Gözümü açtığımda yanımda onlar vardı. Hiçbir şey bilmiyordum, konuşamıyor, yemek yiyemiyor, yürüyemiyordum…doğduğumda evde bayram havası esiyordu; herkes mutlu, herkes sevinçli ve herkes neşe içindeydi. Öyle ya eve bir bebek gelmişti. Bebek; bereket demekti, bolluk demekti. Bir evde ne kadar çok kalabalık olursa o kadar neşe olurdu ve bir kişinin yiyeceği, iki kişiye, iki kişinin yiyeceği üç kişiye yeterdi.

Annem-babam, üzerime titriyorlardı. Gece yanımdan hiç ayrılmıyorlar, durmadan beni dinliyorlardı. Sağlığıma, yememe- içmeme… son derece özen gösteriyorlar, benim için kendi sağlıklarını hiçe sayıyorlardı.

Aile bireyleri;

-Çocuk, bize Allah'ın bir emanetidir. Artık çocuğumuzun terbiyesinden hem Allah'a, hem de topluma karşı sorumluyuz. Sevgili peygamberimiz Hz. Muhammed (SAV); "herkes çobandır, güttüğünden sorumludur, aile çobandır ev halkından sorumludur…” demiyor mu?

Çocuğumuzu sağlıklı olarak besleyip büyütmek, beden ve ruh sağlığını korumak, haram lokma yedirmemek, güzel bir ad koymak, iyi terbiye etmek, ahlâk yönünden güzel örnek olmak…” bizim asli görevlerimiz arasındadır. Yani çobanlığımız bu istikamettedir.

Ailenin en yaşlı ferdi olan dede, çocuğu kucağına aldı sağ kulağına ezan, sol kulağına da kamet okudu. Bu, şu anlama geliyordu; yaşadığımız sürece Allah'ın talimatlarından çıkmamak, ezanı hayat ilkesi yapmak, Kur'anlı bir ömür sürmek!

Bu merasim bittikten sonra dede, daha önce anne ve babanın tasarladığı ve karar kıldıkları; "Rahim” ismini koydu. Rahim, çok merhamet eden, çok acıyan demekti. Allah'ın isimlerinden biriydi.

Baba;

-" Peygamber Efendimiz: "Allah yolunda harcanan paraların sevabı en çok olanı, aile fertlerine harcanan paradır.” buyurur. Allah'a hamdolsun bu görevi yerine getirebilirsek ne mutlu.”dedi. Gözleri parlıyordu.

  1. parlamasına da, ya görevlerinde gerekeni yapamazlarsa, Şeytana uyup, çocuklarını ihmal ederlerse. Öyle ya etrafta canavarlar vardı. Çocukları başıboş, ilgisiz, takipsiz bırakırsan canavarlara teslim etmiş oluyordun. Allah'a şükürler olsun, ayıpsız amansız bir evlat verdi! Evlat, aynı zamanda bir emanetti. Emanete hıyanet etmemek gerekir. Her emanet sorumluluk gerektirir, her sorumluluğun da yükü ağırdır” diye düşündü.

Aman, neden böyle olumsuz düşünüyorlardı? Umutsuz olmaya sebep var mıydı? Allah, nur topu gibi ayıpsız amansız bir evlat vermişti. Zaten Allah'tan isterken, duayı tam yapmak gerekti.

Daha ilk başta doğan çocukları için böyle şeyler düşünmesi ve endişeye kapılması olamazdı.

Anne:

-" Çocuğu okutmak, geçimini sağlayıcı bir meslek sahibi yapmak ne güzel bir duygu. Peygamberimiz: "Hiç bir baba çocuğuna güzel terbiyeden daha üstün bir bağışta bulunmamıştır.” Hz. Ali de: "Çocuklarınızı bulunduğunuz zamandan başka bir zaman için yetiştiriniz. Çünkü onlar, sizin zamanınızdan başka bir zaman için yaratılmışlardır.” diyerek, anne-babanın görevlerini net olarak açıklamıyor muydu?” diye kendi kendine düşünüyordu.

Baba da:

-" Çocukları sevmek, onlarla ilgilenmek gerek. Çocukların yemek, içmek kadar sevgiye de ihtiyaçları var” diye hanımını tasdik ediyordu.

Evin yeni bireyi, hayatından memnundu. Neden olmasın ki, herkes etrafında pervane olmuş, hizmetine koşuyorlardı.

Çocuk, dünyaya geleli epey zaman olmuş, yürüme talimleri yapıyor, yavaş yavaş kırık cümleler kuruyordu. Yürürken, bazen masaya çarpıyor, bazen düşüyor ve ağlıyordu. Akşam olmuş, herkes uykuya dalmıştı. Fakat çocuk bir türlü uyumuyor, durmadan ağlıyordu. Annenin gözüne uyku girmedi.

-"Neden ağlıyor bu çocuk? Bir yeri mi ağrıyor acaba?” diye eşine sordu. Çocuğun ağlaması, azalacağı yerde artıyordu. Annenin ve babanın da tedirginliği bir o kadar fazlaydı. Elleri ayakları birbirine dolaştı. Ne de olsa ilk çocukları olduğu için ne yapacaklarını bilemediler.

Çocuğun ağlamasından alt kattaki komşu rahatsız olmuş ki, kapılarını çaldı;

-"Komşu özür dilerim ama çocuğunuzun ağlamasına biz de üzülüyoruz. Hastaneye götürmeyi neden düşünmüyorsunuz?” dedi.

Doğruydu, hastaneye gitmeliydiler. Bu, hiç akıllarına gelmemişti. Komşunun bu ilgisi hoşlarına gitti.

Baba;

-"teşekkür ederim, biz bunu düşünemedik, kusura bakmayın rahatsız ettiğimiz için” diyerek özür diledi. Hemen hazırlanıp, hastanenin yolunu tuttular. Doktor;

-"Beyefendi çocuğun bir şeyi yok. Sadece düşmekten dolayı ayağında biraz berelenme olmuş. O da ağrı yaptığı için ağlıyor. Bu merhemi sürerseniz bir şeyi kalmaz” dedi ve gerekli reçeteyi yazarak ellerine verdi.

Derin bir nefes aldılar. Çok sevinçliydiler. Çünkü çocuklarında, korktukları bir hastalık yoktu. Mutluluk içinde evlerine döndüler. Bu günden sonra, çocuklarının her hareketini izliyorlar, nefes alırken bile yanına koşuyor ve adeta gözlerine bakıyorlardı.

Ama çocuk. Çocuk deyince, ne yapacağı belli olmayan bir küçük varlık ortada olan. Mutlaka zarara koşar, nerede tehlike varsa oraya balıklama atlayan bir yumurcak. O yüzden çok dikkatli olmak, Allah'ın verdiği emanete uymak, yanlış yapmamak gerekti.

Çocuğu sevmek, çocuğun şahsında Allah'ı sevmek demekti. Zira çocuğun o mini minnacık bedeninin oluşmasında yaratanın büyüklüğü, merhameti, yaratma özelliği kendini açıkça göstermektedir.

Anne ve baba, bunun bilincindeydi. O yüzden Yunus'un;

"Elif okuduk ötürü,

Pazar eyledik götürü,

Yaratılanı hoş gördük,

Yaratandan ötürü” sözünü sık sık terennüm ediyorlardı.

Hastalık da, sağlık da Allah'ın bize bir lütfudur. Şu şeylerin kıymetini bilmek hepimizin görevidir;

  1. Hastalık gelmeden sağlığın
  2. Ölüm gelmeden hayatın,
  3. Meşguliyet gelmeden boş vaktin,
  4. İhtiyarlık gelmeden gençliğin,
  5. Fakirlik gelmeden zenginliğin.

 

Baba olsun, anne olsun, çocukları için saçını süpürge eden, gecesini gündüzüne katan, her sıkıntıya göğüs geren fedakar insanlardır.

Rahim, artık iyice yürümeyi, konuşmayı öğrenmişti. "anne”, "baba, "mama”… diyebiliyordu. (HUZUR KAPISI/ Kazım Öztürk/ Rağbet Yayınları/ İstanbul)


Yazarın Diğer Yazıları