Çok kutuplu dünyada Müslüman devletler neden bir kutup olmasın?
Dünyayı yönettiğini sananlar bugünlerde çıldırmış gibi… Ne yapacaklarını bilemez bir halde, o çok güvendikleri düzeni kendi elleriyle kaosa sürüklüyorlar. Nükleer tehdit, ekolojik kriz, yapay zekâ belirsizlikleri ve çürümüş kurumlar… Hepsi aynı tabloya hizmet ediyor: Dünya bir cinnet dönemine girdi.
Ve bu cinnetin merkezinde, kimin elinde nükleer silah varsa o "meşru” sayılıyor. Mesela İran'ın elinde olursa kriz, ama ABD'nin, İsrail'in elinde olursa "denge unsuru”! Hangi akıl, hangi vicdan bu çelişkiyi meşrulaştırabilir?
İran'a "nükleer silah yapmasın” diye yıllardır baskı kuranlar, aynı zamanda ellerinde dünyayı 50 kez yok edecek güç taşıyor. Kimin eli daha temiz bu kirli masada? Kim daha az tehlikeli? Delinin elindeki bomba ile akıllının elindeki bomba arasında sadece saniyeler fark eder, ama sonuç değişmez: Felaket!
İsrail Başbakanı Netanyahu'nun kontrolsüz ve saldırgan tutumu, dünya barışı açısından dev bir tehdide dönüşmüş durumda. Artık herkes bu adam için ‘Ortadoğu'nun delisi' diyor. Deli ortadoğunun ama tehdit evrensel. Bu adam deliden de öte; zır deli. Hatta zır zır deli… Dünya barışı, bu delinin elindeki düğmeden ibaret. Düğmeye basarsa, hepimiz tuzla buz olabiliriz. İşte akıl dışılığın zirve yaptığı nokta da burası.
Burada sorulması gereken esas soru şu:
Dünyayı gerçekten kim yönetiyor?
Ve daha önemlisi: Yönetme hakkı kimde olmalı?
Birleşmiş Milletler denen yapı, ne işe yarıyor. Hangi işlevi yerine getiriyor. İsmi "birleşmiş”, işlevi "beşleşmiş”. Beş ülke ne derse o. Biri veto etti mi, diğer 190 küsur ülke bir hiç sayılıyor. Dünyanın kaderi bu kadar ucuz olmamalı.
Tam bu noktada, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın İslam İşbirliği Teşkilatı Dışişleri Toplantısında yaptığı konuşma büyük öneme sahipti. Ancak o gece ABD'nin İran'a direkt müdahalede bulunması büyük tarihi değere sahip sözü gölgede bıraktı. Erdoğan'ın cümlesi bir sözden öteydi, bir teklifti:
"Çok kutuplu bir dünya sistemine doğru yöneldiğimiz şu süreçte, bir kutbu da İslam dünyası olarak bizim oluşturmamız gerekiyor.”
Bu cümle, "One Minute”ten de güçlü, "Dünya beşten büyüktür”den de daha büyük bir iddiayı içinde taşıyor: Yeni bir kutup kurmak.
Evet, artık şartlar oluşmuştur.
Amerika eski Amerika değil.
Rusya Ukrayna'da Batı'ya ağır bir fatura çıkardı.
Çin'e karşı caydırıcı hiçbir politika üretilemiyor.
Avrupa kendi iç krizlerine gömülmüş durumda.
Geriye parçalanmış Müslüman ülkeler kalıyor. Ama eğer bu ülkeler bölgesel çekişmeleri bir kenara bırakır, inanç birliğini stratejik iş birliğiyle taçlandırırsa, işte o zaman bu yeni kutbun doğumu mümkün olur. 57 islam ülkesi bir olursa, neler olmaz ki…?
Bu bir rüya değil. Bu, tarihin bize yüklediği bir sorumluluk.
Artık suskun kalmanın bedelinin, yok olmak olduğunu öğrendik.
Artık, pasif durmanın sonucunun zillet olduğunu bildik.
Artık, birlikte hareket etmemenin karşılığının haritadan silinmek olduğunu idrak ettik.
Liderler ya bu çağrıyı duyar ve tarihe iz bırakır…
Ya da susar ve tarihin çöplüğünde kaybolurlar.
Tercih onların.
Ama sonuç hepimizin.
Yazarın Diğer Yazıları