Aç Olanı Gözet ki Tok Olasın

Ramazan-ı şerifi yoğun olarak yaşadığımız şu günlerde artık oruç tutmak ve bu seyirde açlığa alışmak da normalleşmeye başladı. Kimi gün daha aç, kimi gün daha rahat geçiyor ancak iftar saati yaklaştıkça herkesi bir ne yiyeceğiz telaşı sarıyor. Kâh en lüks restoranlarda yer ayrılıyor, kâh tencereler dolusu yemekler; çorbası, ana yemeği, sulu yemeği, tatlısı ve meyvesi... Derken mideler tıka basa dolduruluyor. Henüz minarelerde "Allahuekber" kelamı bitmeden midelerde binlerce lokmaya yer açılıyor. Oysa Peygamberimiz 'sallalahualeyhivesellem'in düsturu evvelden belli; "Âdemoğlu, midesinden daha fena bir kap doldurmamıştır. Belini doğrultacak birkaç lokmacık ona yeter. Şayet birkaç lokma ile yetinmeyip mutlaka midesini dolduracaksa, hiç olmazsa onu üçe ayırsın: Üçte birini yemeğe, üçte birini suya, üçte birini de nefesine." Tirmizî, Zühd, 47. 
Ancak bizim bu yemeğe aşırı düşkünlüğümüz neyle açıklanabilir ki; açgözlülükten, nefsin şımarıklığından başka? Yiyor Müslüman doymayacakmışçasına, içiyor kanmayacakmışçasına. Cahiliz hâlâ, o sebeple ne mideler doluyor, ne de beyinler! Nefis büyürken ilim küçülüyor, öğütemiyor akıl, midesi ferahlamadan hazmedemiyor... Oysa oruç anlamaktı açları, duymaktı onların ızdırabını, değildi iftara kalan saatleri saymak, dakikayı saniyeyi hesaplamak... 
Bizler binbir çeşit yemeği evlerimizdeki devasa buzdolapları içinde depolarken Allahuteala şöyle buyuruyor: "Nice hayvanlar var ki, rızkını (biriktirip yanında) taşımıyor. Çünkü onların da, sizin de rızkınızı Allah veriyor. O, her şeyi işitir ve bilir." Ankebut, 60. 
İnsanlar ne kadar da ödlek rızkından, tevekkül etmiyor, her şeyi biriktiriyor, bohçalıyor. Siz hiç tabiatta fazla yağları olan bir aslan, timsah veya sincap gördünüz mü? Her canlı bir intizam içinde yaşıyor, ta ki sistem çökene kadar.Yaradan kusursuz, fıtrat mükemmel ancak kullarda zihniyet bozuk. Oysa oruç, organlarımızın hakkını da vermek demektir. Dinlenmek ister tüm uzuvlar ancak daha iftarı sindirmeden sahurda, tekrar zora koşulan bedenin hakkıyla nasıl ödeşiriz, bilinmez!
Tüm dünyada artık veba, verem ve cüzzam gibi salgın hastalıklar yerini obeziteye bırakmış durumda. Avrupalıların fast food (hazır yemek) kültürü ile Türk mutfağının lezzetli ve zahmetli yemekleri birleşince halkımıza bu hastalığın bulaşması çok da zor olmadı. Yağlı, şekerli, tuzlu ve hamurlu yemekler kumpanyasını bir de tembellik zafiyeti sarınca nur topu gibi göbekler, kilolar peyda oldu. Oysa her gün 16 bini çocuk olmak üzere 25 bin kişi açlık ve açlığa bağlı sebeplerden ötürü ölmektedir. Bunun en büyük alkışçısı bencilliklerimiz ve paylaşmayı bilmeyen umursamazlıklarımız... İslam paylaşmaktır; dil, din, ırk ayrımı gözetmeksizin. Tüm bunlar yetmezmiş gibi biz hâlâ her Ramazan ayında TV'de İslami programlarda saçma sapan sorular sorarak vakit kaybediyoruz. Artık bu keyfiyetten çıkıp evvela ümmetin, sonra tüm açların derdi adına ne zaman sorular soracağız? Mesela "Ezan okunmaya başlar başlamaz orucu açmalı mıyız?" sorusunun yerine "Bugün yeryüzünde orucunu açamayan kardeşlerimiz bizden mahşerde hesap sorduklarında ne cevap vereceğiz, hak istediklerinde affımızı nasıl isteyeceğiz?" ya da "Açlıkla mücadele eden Müslümanlar için iftar bedeli olarak ne kadar yardım toplamalıyız?" olmalı artık sorularımız... Çünkü yetimler, düşkünler ve kadınlar bize Peygamberimizin emanetiydi. Bu Ramazan kaç yetim doyurup ahde vefa gösterdik? 
Manevi, ahlaki, vicdani ve dinî unsurları bir yana bırakacak olursak Türkiye genelinde olduğu gibi Konya'da da hamur işi, şekerleme ve et tüketimiyle birlikte maalesef obez sayısının hızla arttığına şahit oluyoruz. Konya, İslami değerleri yüksek ve paylaşmaya da açık bir şehrimiz ancak bu husustaki yeterliliği tartışılır. Bu sebeple şehrimizden beklentimiz de oldukça yüksek ve artık kendi sağlığımız için soframızdan bir tabak eksiltip aç kulların hakkını açlara uzatma vakti. 
Haydi Konya, aç olanı gözet ki tok olasın!

Yazarın Diğer Yazıları