Kur’an İslam’ına Dönmek de Ne?

Bir sünnet düşmanlığı, sünnet tanımazlık, sünneti inkar, sünnete kayıtsızlık, sünneti yok sayma, sünnette kuşku oluşturma ve sünnete kuşkuyla bakma giderek toplum içinde küçük bir azınlık tarafından yayılıyor. Kur'an'ın kısa meallerini okumanın yeterli olacağı savunuluyor, rivayet ve dirayet tefsirlerine ihtiyaç duymayan bir anlayış belli mahfillerde müşteri buluyor. Maksatlı sorularla kafalar bulandırılıyor. İnsanımızın bu konuda bilgisi sınırlı olduğundan, o nifak saçanlara, "Kur'an İslamı” adı altında Peygambersiz İslam'ı savunanlara, hadisleri yok sayanlara inanıyor, kanıyor. Burada çok büyük tehlike görüyorum. Diyanet İşleri Başkanlığımız bu konuda daha çok konuşmalı, çalışmalı, cami hocalarımız bilgilendirilmeli, maksatlı sorulan sorulara doyurucu, ikna edici cevaplar verebilmelidirler. Dinimizi hurafelerden, bid'atlerden, yanlış yorumlardan temizleyeceğiz, Kur'an İslam'ına döneceğiz derken, dinin içi boşaltılmamalı, Peygamberimizi, sahabeyi, mezhep ulemasını devreden çıkaranlara fırsat vermemeliyiz.

Evet, bizim dinimizin iki ana kaynağı vardır: Kur'an ve Sünnet. Sünnetin bir ismi de hadistir. Bu iki kaynağa, Efendimizden sonra Mezhep alimleri-kurucuları tarafından iki kaynak daha ilave edilmiştir: İcma ve Kıyas. Sahabenin ve İslam alimlerinin birleştikleri görüşlere "icma” diyoruz. Hakkında hüküm olmayan konularda ona yakın hükümlere bakarak hüküm çıkarmaya da "kıyas” diyoruz. Yani dinimizde "içtihat” kapısı, hüküm çıkarma yolu hep açıktır. Kur'an'ın mücmel (kapalı ve özet) geçtiği konuları sünnete başvurarak öğreniriz. Sünnetin de mücmel bıraktığı konuları da sahabenin sözlerine, icmaına, kıyas ve içtihat yoluyla alimlerimizin çıkardığı hükümlere bakarak öğreniriz. İslam, bugüne kadar "Edille-i Şer'iyye” (Şer'i deliller) dediğimiz bu dört delilden-kaynaktan beslenerek geldi.

Evet, Dinimizin anayasası, temel kitabımız Kur'an'dır. Ancak tıpkı anayasaların uygulanması için kanuna ihtiyacı olduğu gibi, Kur'an'ın da mücmel ayetlerinin tefsiri ve yaşanması için sünnete yani Efendimizin hadislerine ihtiyaç vardır. Örnek olarak, Kur'an bize, "şu şu vakitlerde (gündüzün iki ucunda ve gece saatlerinde) namazı kılın” buyurmuş ama kaç vakit olduğunu ve vakitlerin başını sonunu, kaçar rekat ve ne şekilde kılınacağını açıklamamış, o kısmını o kitabın tebliğiyle memur olan Peygamberine bırakmıştır Allah. Saylı günlerde oruç tutun buyurmuş ama "hangi fiiller orucu bozar veya bozmaz” açıklamamış, Efendimize bırakmıştır. "Şu şu insanlara (sekiz sınıfa) zekat verin” buyurmuş ama hangi mallardan, asgari kaç tane ve ne oranda zekatın verileceğini beyan etmemiştir. Hayvanların, ticaret mallarının, paranın zekat oranlarını Peygamber Efendimiz tespit etmiştir. En ayrıntılı olarak tesettür ayeti gelmiştir, onu bile Peygamber Efendimiz tarif etmiş, sıkı, şeffaf ve ince giyen baldızı Esmayı "şuralarını ört” diye uyarmıştır. Kur'an'ın değinmediği bazı noktalarda bizzat Efendimiz kanun koyucu olmuştur. Örnek olarak, Kur'an'da kesilmeden ölen hayvanın eti, akan kan, domuz eti ve Allahtan başkası için besmelesiz kesilenler gibi yenilmesi haram olanlar sayılırken (Maide,3), eşeklerin etini Peygamberimiz haram kılmıştır. Hanım yaşarken üzerine eş olarak hanımın teyzesi ve halasıyla da evlenilmeyeceğini yine Efendimiz yasaklamış, onları da baldız saymıştır. Yani Peygamberimizin tebliğ (Allah'tan aldığını eksiksiz ve ilavesiz kullarına bildirme), tebyin ve tefsir (açıklama), tahsis ve teşri (kanun koyma) görevleri vardır. Çünkü Necm Suresinde "O hevadan konuşmaz, O'nun sözleri ancak vahiydir” buyrulur. Yani hadis ve sünnetler de vahiy mahsulüdür yani "vahy-i gayr-i metlu”dur (okunmayan vahiydir).

Kur'an'da onlarca ayette Allah'a ve Rasulüne itaat edin”, "Kim Rasule itaat ederse Allah'a itaat etmiş olur”. (Nisa,80) buyrulur. "De ki, Allah'ı seviyorsanız bana tabi olun ki Allah da sizi sevsin”. buyrulur. Yani Kur'an'ın sahibi Allah, Rasulüne itaati kendine itaat olarak görmüştür. Peygamber sadece Allah'ın kullarına mesajını-mektubunu getiren bir postacı değil, gönderdiği dini bizzat öğreten, açıklayan, uygulayan, yaşayan ve güzel ahlakıyla ve davranışlarıyla örnek olan kulu ve elçisidir.

Rabbimiz, hikmetine binaen bazı konuları kapalı geçmiş, Peygamberimiz de bazı konuları ümmetine, ümeraya ve ulemaya bırakmıştır. Burada mü'minler için rahmet ve kolaylık vardır. Örnek olarak, Hac farz olduğunda, "her sene mi yoksa ömürde bir defa mı?” diye soran sahabiye önce cevap vermemiş, sükut etmiş, soruda ısrar edilince, "evet, her sene desem buna güç yetiremezdiniz, bir sefer desem tekrar gitmek isteyenlere engel olurdum. Açıklanmayan konularda soru sormayın, yükünüz artar, geçmiş ümmetler çok soru sorduklarından dolayı helak olmuşlardır” buyurur.

Efendimiz (sav) bir İslam toplumu, bir İslam devleti için ne ihtiyaçsa hepsini tebliğ etmiş, dini tamamlayarak gitmiştir. (Maide,3) Zamanla değişen ve ihtiyaç olan konularda içtihat kapısını açık bırakmış, "Alimler peygamberlerin varisleridir” buyurarak İslam alimlerine görev vermiştir. Yani İslam dondurulmuş bir din değildir. Hiçbir emri ve yasağı, hiçbir kanunu ve tavsiyesi bugünkü müspet ilmin verilerine, salim insan aklına aykırı değildir. Bugünkü anarşinin, güvensizliğin, ceza kanunlarındaki yetersizliğin temelinde de Allah'ın kanunlarından uzak durmak ve vahiyle desteklenmeyen salt beşeri akla güvenmek vardır. Çünkü Allah'ın her emir ve yasağı, suçlara koyduğu müeyyidesi ve cezası insan fıtratına uygundur ve adildir. İnsanları ancak ‘Onun kanunları terbiye eder ve ancak O'nun nizamı toplumda huzur ve güven tesis eder.

Şu halde Peygamberimiz (sav) sadece bir postacı değildir. İnsanlığa-alemlere rahmet olarak gelmiş, O İslam'ı bizzat yaşayarak öğretmiş ve tebliğ etmiştir. Yaklaşık yirmi üç yıllık tebliğ hayatında milyonlarca söz söylemiş, mesaj vermiş, hal ve davranışta bulunmuş, bunların birçoğu sahabeleri aracılığıyla sonraki nesillere nakledilmiştir. İşte biz o nakillere hadis ve sünnet diyoruz. Hadis (Efendimizin sözleri) ve sünnet (Efendimizin yolu, fiili, takriri, hali, adeti, davranışı, ahlakı) çok zaman birbirinin yerine kullanılır. O nakilleri yok sayanlar, inkar yoluna gidenler, hadisler 150 -200 sene sonra yazıldı, dolayısıyla hepsi kuşkulu diyenler büyük bir gaflet içindedirler ve iyi niyetli değildirler. Evet, Efendimiz önceleri kendi sözlerinin yazılmasını yasakladı, Kur'an'la karıştırılmasından endişe etti. Bir kısım sahabilerden özel izinle not alanlar oldu. Ama o hep izlendi, taklit edildi, sözleri, fiilleri ve takrirleri (sükut ettikleri) gönüllere ve beyinlere yazıldı. Efendimizin vefatından sonra sahabilerin ve tabiinin sohbetleri, vaazları, sorulara verdikleri cevaplar ile hadisler ve sünnetler yayıldı, duyuldu, yazıldı ve daha sonra hicri ikinci asırdan itibaren de bu konuya kendini adayanlar tarafından tedvin edildi, toplandı ve kitaplar haline geldi. Yani bugün en az otuz- kırk bin civarında sahih diyebileceğimiz hadis-i şerif vardır. Bunar olmasa ne Peygamberimizi ve sahabesini tanıyabiliriz, ne de İslam'ı yaşayabiliriz. Ayetler bize yol gösterir ama yoldaki çukurları, hendekleri, virajları bize gösteren, tarif eden, ikaz eden sünnettir, hadis-i şeriflerdir.


Yazarın Diğer Yazıları