Bir Delinin Elinde Yok Oluşa Doğru
Dünya bir gemi ve üzerinde farklı medeniyetler seyahat ediyor. Ancak dümen, Hollanda'da yapılan NATO zirvesiyle bir kez daha tescillendiği üzere, Batı medeniyetinin "etkileşim manyağı" lideri Trump'ın ellerine teslim edilmiş durumda. Bu kaptan, gemiyi görkemli limanlara ulaştırma vaadinde bulunsa da, rotayı sürekli olarak kendi oluşturduğu fırtınalara ve kayalıklara doğru kırıyor. Batıyı arkasına alan Siyonizm'in, bu deli kaptanla birlikte gemiyi ve içindeki herkesi batırmasına izin verecek miyiz?
Sorun sadece bir kişiden ibaret değil. Trump, bir yandan inşa ederken diğer yandan kendi yaptıklarını ve tüm dünyayı korkunç bir yıkıma sürükleyen paradoksal Batı medeniyetinin en güncel ve en tehlikeli kanıtıdır. Tarihte bilimi, insanlığın topyekûn imhası için bu denli etkin kullanan yegâne toplum Batı toplumudur. Kendi düzenlediği iki dünya savaşında inşa ettiklerini büyük ölçüde yok etti. Şimdi ise üçüncüsünün provalarını, dünyanın farklı coğrafyalarında yürüttüğü vekalet savaşlarıyla yapıyor. Hiroşima'ya atılan o "ilkel" bombaların binlerce kat daha güçlüsü, bilimin bilgelikten koptuğunda ne denli tehlikeli bir silaha dönüştüğünün kanıtı olarak cephaneliklerde bekliyor. Üstelik bu yok oluşu getirecek silahların butonları 4 delinin elinde bulunuyor.
Bu yıkım sadece askeri değil; ekolojik ve ahlakidir. Batı'nın doymak bilmez kapitalist ve Pompei yaşam tarzı, dünyanın ekolojik dengesini temelden sarstı. Eriyen buzullar ve kontrolden çıkan iklim olayları, yüz milyonlarca insanı bekleyen sessiz tsunamilerdir. Ahlaki çöküş ise tablonun en karanlık yanıdır: Yaratan ile bağlarını koparmış, akl-ı selimi terk etmiş, bencilliği ve anlık hazzı en yüce değer ilan etmiştir.
Bu medeniyet, demokrasiyi kendisi için vazgeçilmez görürken, bir buçuk milyarlık İslam dünyasının kendi temsilcilerini seçmesine, hatta yeniden Hilafet çatısı altında toplanma arzusunu dile getirmesine dahi tahammül edemiyor. Bugün her türlü şeytani necasetin fonlandığı bir düzende, bütün bu yapıların ortak düşmanı olarak İslam'ı hedef tahtasına koymuş durumdalar. Bu şeytani sistem, kendini algı yönetimiyle o kadar iyi pazarlıyor ki, ahmak beyinler bu adaletsiz düzeni desteklerken, hak ve adalet vadeden İslami sistemi reddediyor. Ahmakların bu yüz yıllık tercihinin neticesi ortadadır: Dünya nüfusunun yüzde doksanı fakir, yüzde onu zengindir. Bu, tesadüf değil, sistemli bir sömürünün matematiksel ispatıdır. Üstelik ekonomik dağılımın bu şekilde oluşmasını sağlayan en önemli formülü "yasal soyundur”. Bu yasal soygunun en bariz örnekleri günümüzde sekülerler tarafından kurtarıcı kahraman olarak sunulması da sistemin ahlaksızlığı nasıl ilke haline getirdiğini göstermektedir.
Peki, bu toplu intihara seyirci mi kalınacak? Üçüncü kez çıkması muhtemel savaş, artık sadece bir teori değil; denemeleri yapılan somut bir tehdittir. Öncesinde Eritre, Moro, Somali, Sudan, Mali, Suriye ve Yemen'de gördüğümüz, son olarak İran, İsrail ve ABD'nin dahil olduğu gerilimlerle devam eden savaşlar, bu küresel denemelerden sadece bazılarıdır. Herkes birbirinin ve müttefiklerinin gücünü test ediyor. Dünyanın kaderi, Siyonist ve emperyalist güçlerin medya üzerinden manipüle ettiği narsist bir delinin elindedir. Ve en acısı, geleceğimiz olan gençlerimiz, bu bozuk sistemin tükettiği birer piyon haline dönüştürülmüştür. Bu çürümüşlüğün ülkemizdeki payandaları seküler mutlu azınlıktır.
Bu karanlık tablo karşısında umut var mıdır? Evet, vardır. Umudun adı, teslimiyete karşı direniştir. Siyonizm'i kalesinde vuran ve on yıllardır süren işgallerin ardından topraklarından atma başarısını gösteren bir Afganistan gerçeği var karşımızda. Bu zafer, sadece İslam toplumu için değil, emperyalizme karşı durulabileceğini gösteren, tüm insanlık için ihtiyaç duyulan umudun son yıllardaki en bariz örneğidir. Seküler hedonizmin kölelerinin ve çürümüş kişiliklerin bu zaferi gölgelemesine izin vermeyin; ihtiyaç duyduğumuz direniş ruhu orada yatmaktadır.
Bu gidişata "dur" diyebilecek potansiyel güç, insanın haddini bildiren, Yaratan'a ve doğaya karşı sorumlu kılan İslam medeniyeti tasavvurudur. Ancak bu yol, iç ve dış engellerle doludur. Dışarıda, İslam'ın ruhunu alıp onu "light ve ılımlı" bir hümanizmaya dönüştürmek isteyenler var. İçeride ise daha sinsi bir tehlike mevcut: Vahdet (birlik) çağrısı altında, farklı emperyal emellere hizmet eden kirli ajandalar. İran'ın Şia'yı kullanarak yayılmacı bir politika gütmesi gibi, farklı etnik ve mezhepsel çıkarlar uğruna İslam'ı araçsallaştıranlar, Batı'nın yüz yıldır dayattığı parçalanmadan başka bir sonuç vaat etmiyor.
Gerçek vahdet, ancak İslam'ın saf ve berrak haliyle mümkündür. Bunun için her bir Müslüman, dinini doğru kaynaklardan öğrenmek ve hakkıyla yaşamakla mükelleftir. Bu bireysel uyanış gerçekleşmediği sürece, birileri daima kendi emperyal hayallerini "birlik" söylemi altında kitlelere dayatacak ve onları kendi emelleri için kullanacaktır.
Teorik olarak Üçüncü Dünya Savaşı'nı durdurma şansımız var. Bu şansı kullanacak olanlar, uyuyan devleri uyandırmak zorunda olanlardır. Bugün insanlık ayakta; tehlikeleri görüyor, haberleri okuyor, felaketleri izliyor. Ama aslında kendi ihtiyaç ve arzularının arasına sıkıştırılmış, hipnoz edilmiş bir uyku halinde. Gerçek bir uyanış ise konfor alanını terk etmeyi, sorumluluk almayı ve bedel ödemeyi gerektirir.
Aksi takdirde, kaptanın deliliği, tüm gemiyi tarihin en karanlık sularına gömecektir.
Yazarın Diğer Yazıları