DOLAR
39,60
EURO
45,59
STERLİN
0,01
GRAM
4.407,33
ÇEYREK
7.237,57
YARIM ALTIN
14.476,15
CUMHURİYET ALTINI
28.817,90

DİRENİŞ POSTUNA BÜRÜNEN İHANET

Osmanlı'nın zayıflayıp bölgedeki hâkimiyetini kaybettiği günden bu yana Filistin toprakları, insanlık tarihinin en kanlı ve en katlanılmaz acılarına sahne oluyor. Siyonist İsrail rejimi, özellikle son iki yılda, yüz bini aşkın sivili hedef gözetmeksizin katletti; çocukları, kadınları, yaşlıları acımasızca yok etti. Bu vahşet, dünyanın dört bir yanında halkların öfkesini uyandırdı; sokakları dolduran milyonlar, aylardır İsrail zulmüne karşı ses yükseltiyor.

Ve şimdi, İsrail belki de tarihinde ilk kez, kendi topraklarında aynı korkuyu, aynı çaresizliği gücüne denk bir karşılıkla yaşıyor. Yemen'in ardından İran, topraklarına yönelik saldırılara cevap olarak 250'den fazla uzun menzilli füze ile başta Tel Aviv olmak üzere birçok stratejik noktayı hedef aldı. Ülkede olağanüstü hal ilan edildi, insanlar günlerdir tünellere ve sığınaklara sığınmak zorunda kaldı. İsrail, bir nebze de olsa, işlediği zulmün bedelini ödemeye başladı.

İran'ın İsrail'e fırlattığı her füzenin, her taşın, her cevabın bizde bir sevinç ve ferahlık duygusu uyandırması doğaldır. Çünkü Siyonist zulme indirilen her darbe, mazlumların kalbine bir nebze su serpmektedir. Ancak burada çok önemli bir ayrımı yapmak gerekir: Bu duruş, asla ve asla İran destekçiliğiyle karıştırılmamalıdır.
Siyonizm'e karşı çıkmak; İran gibi mezhep fitnesiyle ümmeti yıllarca kan ve gözyaşına mahkûm etmiş bir rejimi kutsamaktan değil, adaletle, basiretle ve birlik şuuruyla hareket etmekten geçer. 

2005 yılı, Pakistan'ın en büyük şehirlerinden Karaçi'deyim. Şehrin tam merkezinde, 400 yıllık tarihi bir otelin balkonundan trafik keşmekeşini izliyorum. Öyle bir karmaşa ki, saatlerce kaza yapmadan akan trafiği izlemek insanı hayretlere düşürüyor. Kahvaltının hemen ardından 12-13 saatlik bir yola çıkıyoruz. Hayatımda ilk defa Şii-Sünni ayrımına, okunan ezanlarla şahitlik ediyorum. Hangisi önce okundu bilmiyorum ama 15 dakika sonra bir ezan daha okununca şaşkınlığımı gizleyemedim. Rehberimiz, Şii ve Sünni ezanları arasında sadece kelime değil, zaman farkı da olduğunu söylüyor. Camiler ayrı, ezanlar ayrı, vakitler ayrı.

Tercüman bundan daha ötesini de anlatıyor. İran'ın desteklediği Şiilerin, özellikle kırsalda camilerinin saldırıya uğrayacağı bahanesiyle silahlı nöbet tuttuklarını söylüyor. Önünden geçerken bu duruma gözlerimizle şahit oluyoruz: Eline kalaşnikof-47 tutuşturulmuş, henüz bıyıkları terlememiş çocuklar. Tercüman, "İran'ın nihai hedefi ve görevi Pakistan'dır,” diyor ve ekliyor: "Çünkü Sünni İslam'ın elinde nükleer güç olan tek ülke Pakistan.” 20 yıl sonra bugün Pakistan'ın konuşuluyor olması manidardır.
Ortadoğu'nun kalbinde, kadim medeniyetlerin beşiği olan İran, son yarım yüzyılda ne İslam'a, ne ümmete, ne de kendi halkına sadık kaldı. Molla rejimi, "devrim” adıyla sahneye çıktığında ümmetin yükünü değil, kendi mezhepçi ajandasını taşıyordu. Bugün İran, kendi içerisine çöken bir rejim olarak, 44 yıl boyunca ihraç ettiği fitnenin cezasını ödüyor. Çünkü fitne eken, sonunda kendi evinde biçer.

İran, İslam dünyasında bir "direniş merkezi” değil, "mezhep merkezli yıkım” makinesi olarak iş gördü. İran, emperyal çıkarları uğruna; Bağdat'ı, Şam'ı, Sana'yı ve Beyrut'u kan gölüne çevirdi. İran destekli milislerin girdiği her coğrafya yönetilemez hale geldi. Lübnanlı çocuklar bir parça süt bulamazken, Yemen'de pazara giden anneler geri dönemedi.

Bu yıkım makinesi Türkiye için de farklı çalışmadı. Türkiye-İran karşıtlığı bugünün meselesi değil, kökleri Muhammed Alparslan dönemine dayanan 1100 yıllık bir mirasın devamıdır. Bu mirasın bir diğer önemli döngüsü Osmanlı-Safevî döneminde yaşandı. 1639 tarihli Kasr-ı Şirin Antlaşması, bir dostluk değil, iki gücün zorunlu rekabetini donduran bir belgedir. 1979 Devrimi ise bu tarihsel rekabete, uzlaşmaz bir ideolojik boyut ekledi. Bugün bu karşıtlık; Suriye ve Irak'ta vekâlet savaşları üzerinden, Kafkasya'da ise Türkiye'yi Orta Asya'ya bağlayacak Zengezur Koridoru'nu engelleme çabasıyla en somut haliyle yaşanmaktadır. Bu sıfır toplamlı oyun, iki ülke arasında stratejik bir ittifakın neden imkânsız olduğunun en net kanıtıdır.

İran, her fırsatta "emperyalizme karşı” sloganlar atarken, I. Körfez Savaşı'nda ABD'ye hava sahasını açtı. Mahmud Ahmedinejad'ın itirafıyla 2001'de Afganistan'ın işgalinde yine ABD ile örtülü işbirliği yaptı. Bu süreçte milyonlarca Müslüman katledilirken, İran diplomatik pazarlıklarla rol kapmakla meşguldü. Devrim söyleminin içi boşaltılırken, Siyonizm'in Farsça versiyonu doğdu.

Tarihe dönüp bakınca şunu görmek acı ama elzemdir: İran'ın İsrail karşıtlığı, çoğu zaman İsrail lehine sonuçlar doğurdu. 1980'lerde Irak'a karşı İran'a silah satan İsrail, İran sayesinde Saddam'ın güçlenmesini engelledi. İran'dan alınan istihbaratla 1981'de Osirak reaktörü vuruldu. 

2011'de başlayan Arap Baharı, halkların özgürlük talebiydi. İran ise bu tarihî fırsatı, devrim ihracı için değil, mezhep ihracı için kullandı. Irak'ta Sünni köyler tanklarla ezildi, Suriye'de camiler bombalandı, Yemen'de kabileler mezhebine göre sınıflandırıldı. Lübnan'da ise Hizbullah, bir halk hareketi olmaktan çıkıp İran'ın silahlı koluna dönüştü. 
İran'ın Lübnan'da ve Suriye'de yaptığı katliamlara bizzat şahit olmuş, geriye kalan insanların acısını yıllarca paylaşan biri olarak şunu belirtmekte yarar görüyorum: Molla rejimi, İslam'ı ahlak ve adalet değil; mezhepçilik, ajanda, yayılmacılık ve kültürel kibirle anılacak şekilde yozlaştırdı. Bu yapı, Safevî gelenekten gelen bir Fars milliyetçiliğini
İslam'ın kalbine yerleştirdi. Siyonizm neyse, mollalığın ideolojik versiyonu da odur.

Tarihte ilk defa İran-İsrail bu kadar net ve etkili bir çatışmanın içerisine girdiler. ABD, İngiltere, Almanya ve diğer batı ülkeleri açıktan ve gizli olarak İsrail'i desteklerken, İran en etkili desteği Çin'den alıyor. Bu yeni durum yıllardır sürdürülen vekalet savaşlarının sona erdiğini, dünyanın hazırlandığı nihai büyük kapışmaya yaklaşıldığını gösteriyor.

İran'ın askeri üretim kapasitesi, teknoloji merkezleri, ordu yönetim merkezleri ve önemli şehirlerin altyapıları tamamen yok edilmişken, dünya İsrail'de yıkılan birkaç binanın görüntülerini "yok ediliyoruz” yaygarası eşliğinde izliyor. Çin-ABD kapışmasının sahnesi haline gelen İran, günün sonunda Pehlevi ailesine mi teslim olur, rejim olduğu gibi devam mı eder bilinmez. Bizim dikkat etmemiz gereken içimizdeki İran muhabbetini ihanete dönüştürecek yolları kapatmak olmalıdır. İnsanların İran'ın İslam coğrafyasındaki zulmünü dile getirmeleri Siyonizm taraftarlığı değil, adalet neferliğidir. 

İran, 44 yıl boyunca coğrafyaya kin, öfke ve mezhep fitnesi ihraç etti. Bugün içeride yaşanan çöküş, dışarıda döktüğü kanın bedelidir. 

"İhanet bir strateji olabilir, ama asla bir gelecek değildir.”
 

Yazarın Diğer Yazıları