TÜRK KÜLTÜRÜNDE ARAP KÜLTÜRÜNÜN İZLERİ 1

 

 

Yeryüzünde insanların varoluşundan itibaren yüce yaratıcının birbirlerini tanıyabilmede bir kolaylık olsun diye farklı etnisitede yarattığı Türkler, Araplar, Farslar ve diğer toplumların birbirleriyle iletişimleri ve diyalogları olmuştur. Bu diyalog kültürel etkileşimi de beraberinde getirmiştir.

Bulunduğumuz coğrafyada, mensubu olmakla iftihar ettiğimiz İslam bayrağı altında asırlardır kültürel içiçelik yaşadığımız ve ecdatın "elsine-i selase / üç dil” olarak adlandırdığı Türkçe, Arapça ve Farsça konuşan toplumlarda daha sıcak bir kültürel iç içelik yaşanmıştır. Biz burada Türk kültüründe yer alan aslında birçoğu ortak kültürel değer konumuna gelmiş Arap kültürüne ait bazı hususlara değineceğiz.

İslam'la müşerref olan Türkler, bu dinin dünyaya yayılmasında aracı olan Hz. Peygamber'e ayrı bir sevgi ve saygı duymuşlardır. Kimileri bu sevgilerini naat adını verdiğimiz şiirlerle ifade etmişlerdir. Bu tür şiirleri kaleme alan Türk şairleri Arap edebiyatında öne çıkan kimi naat şairleri ve şiirlerinden etkilenmişlerdir. Bunların başında ünlü Cahiliye şairi Züheyr b. Ebi Sulma'nın oğlu Ka'b b. Zuheyr'in Peygamberimize hitaben söylediği Kaside-i Bürde / Hırka Kasidesi adlı eser gelir. Belki ikinci sırayı Memluklular döneminde yaşamış ve pek çok Türk mutasavvıfın etkilendiği İmam Busiri'nin Kaside-i Büre/Bürde adlı eser alır.

Türk edebiyatında da bu konuda en tanınan eser, günümüzde de çeşitli dini ritüellerde çokça okunagelen Mevlid diye bilinen Süleyman Çelebi'nin Vesiletu'n-necat adlı eseridir.

Peygamberimize olan sevginin bir başka tezahürü olarak Mekke'den Medine'ye hicret esnasında Medineli ensarın kendisini karşılarken söyledikleri "Talaelbedru” ilahisi, Türk toplumu tarafından benimsenmiş ve çeşitli ortamlarda okuna gelmiştir.

Peygamberimizin mübarek torunu Hz. Hüseyin'in Kerbela'da şehit edilmesi konusu, Türk kültüründe çeşitli vesilelerle yer almaktadır. Şairler, ayrılık, yalnızlık ve matem temalarında Kerbela kavramını kullanagelmişlerdir.

İslamiyet'in kabulü ile birlikte Osmanlı Coğrafyasındaki Türkler Arap alfabesini kullanmaya başlamış ve Türk edebiyatında bu ortak alfabeyle sayısız eser kaleme alınmıştır.

Günümüzde başlı başlına bir bilim dalı haline gelen aruz ve belağat ilminin temeli Arap edebiyatı kaynaklıdır. Aruzun mucidi Halil b. Ahmed'dir. Kaside bir aruz bahri olan "Recez” in gelişmiş şeklidir. Arap belagati Türk edebiyatında asırlarca Arapça asıllarından okunmuş ve sonrasında Arapça asılları takip edilemeyince Türkçe eserler ve denemeler yazılmıştır.

Türk edebiyatında esas kaynağını Arap edebiyatı oluşturan bazı anlatı türü çalışmalar olmuştur. Bunlar arasında en öne çıkanı; Elf Leyle ve Leyle diye bilinen Binbirgece Masalları‘dır. Bir bölümü Hint Masallarından diğer bir bölümü ise daha çok Harun Reşid (Veziri Cafer el-Bermeki) dönemi olmak üzere Abbasiler döneminde geçen olaylar esas alınarak oluşturulmuş masallardır. Yine aslı Sanskritçe (Pançatantra/ Beş Kitap) Kelile ve Dimne adındaki fabl türü eser, daha çok Arap dünyasından bize geçmiştir. Burada geçen pek çok hikâye Türk edebiyatında da kullanıla gelmiştir.

Bir diğer Arap edebiyatı kaynaklı çalışma Leyla ile Mecnun hikâyesidir. Arap çöl efsanesi olan ve bedevi Arap toplumunun geleneklerini yansıtan Leyla ve Mecnun hikâyesi, Emevîler döneminde yaşamış adı Kays b. Mulavvah (ö.80/699-700) adında bir kişinin Leyla'ya olan aşkını konu edinir. Leyla'ya aşk şiirleri söylediğinden dolayı babası Kays'a kızını vermez. Bu aşk ıstırabına dayanamayan Kays mecnun olur ve sonunda canına kıyar. Bunu gören Leyla da canına kıyar. Leyla ile Mecnun aşkı daha sonraki İran ve Türk şiirinde çok meşhur şairlere konu olmuştur. Bunlar arasında öne çıkanlar İran şiirinde Nizami (ö.597/1200-01) Türk şiirinde ise Fuzuli'dir. Türk edebiyatında 15. yy.'dan beri çok sayıda Leyla ve Mecnun mesnevisi/hikâyesi kaleme alınmıştır. Daha sonraki dönemlerde Sezai Karakoç gibi pek çok Türk edebiyatçısı bu temayı kullanmıştır.

 

 

 

 

 

 


Yazarın Diğer Yazıları