AK Parti il başkanı ile MHP il başkanı Konya ile ilgili meselede ayrıştı
Şikâyete Değil, Çözüme Odaklan
Aile Yılı ayrılık yılı olmasın
İSLAM KÜLTÜR VE EDEBİYATINDA SEYAHATLER ÜZERİNE KISA BİR SEYAHAT 3
Yüksek enflasyon gelir dağılımını allak bullak etti
MADLEEN GEMİSİ
MADLEEN; KENDİSİ KÜÇÜK OLSA DA ETKİSİ ÇOK BÜYÜK BİR GEMİ
Yurt Dışı Kurbanın Bedeli Ne Kadar Olmalıdır?
Paylaş ki Bayram Olsun
ÇINAR VE PINAR
YAŞLANIYOR MUYUZ? YOKSA ZAMAN MI BİTİYOR?
TERÖRSÜZ TÜRKİYE
Nisan Ayı Satış Rakamları Açıklandı!
Oyun Kaliteli Galibiyet Güzel
REZİLLİK DİZ BOYU
Yıl 1995. Siyasetin kalbinin attığı Ankara'da, Balgat'taki o meşhur genel merkezin koridorları henüz aydınlanmamış. Merhum Prof. Dr. Necmettin Erbakan hocamızı, her zamanki gibi dakikliği ve disipliniyle bilinen bir sabaha daha başlarken evinin önünde meşhur koruma ekibi Sakarya grubuyla birlikte bekliyoruz. Hedef, genel merkez. Saatler 6:45'i gösterdiğinde hocamız kapıda beliriyor, o vakur selamını veriyor ve yola koyuluyoruz.
Genel merkezin çatı katındaki mütevazı toplantı ve yemek salonuna geçtiğimizde, Genel Başkan Yardımcıları ve özel kalem ekibi bizleri karşılıyor. O günün programında önemli bir randevu var: Saat 7:00'de dönemin Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek ile bir görüşme gerçekleştirilecek. Ancak saat 7'yi geçmesine rağmen Gökçek ortalarda yok. Bizler, masadaki yerlerimizi alıp kahvaltı için önümüze gelen dumanı tüten çorbalara "Bismillah" derken, yaklaşık 10 dakika sonra Melih Gökçek salondan içeri giriyor.
Erbakan Hoca, Gökçek'i görür görmez, hem bir sitem hem de bir ders niteliğindeki o unutulmaz cümlesini kuruyor: "Melih Bey kahvaltısını yapmış, gelmiştir.” Bu söz, yeni bir servis açılmasına gerek olmadığının işaretiydi ve aslında toplantının seyrini de belirlemişti.
Gündem son derece kritikti: Ankara Büyükşehir Belediyesi'nin DYP-CHP'nin oluşturduğu koalisyon hükümeti tarafından kısıtlanan bütçesi ve durma noktasına gelen yatırımlar. Dönemin hükümeti, medyanın da yoğun baskısıyla belediyenin ödeneklerinde ciddi kesintilere gidiyor, en temel kaynak olan İller Bankası payını bir türlü kullanıma açmıyordu. Klasik CHP zihniyeti, yıllar sonra hükümet gücüyle despotik yönetim anlayışını bir kez daha sergiliyordu.
Melih Gökçek, durumun vahametini ve karşılaştığı zorlukları bir bir sıralamaya başladı. Yatırım yapamadıklarından, bu gidişle personel maaşlarını dahi ödeyemeyecek duruma düşeceklerinden dem vurdu. Şehrin acil ihtiyacı olan yeni otobüs filolarının alınamadığını, yolların ve köprülü kavşakların yapılamadığını anlattı. Tüm bu projelerin önünün, hükümetin sudan bahanelerle bütçeyi engellemesi yüzünden tıkandığını şikayet dolu bir üslupla izah etti.
Kayıt altına almak ve gerekirse haberleştirmek amacıyla katıldığım toplantıyı, genel başkan yardımcıları ile birlikte sessizce izliyorduk. Gökçek'in şikayetleri uzadıkça, Erbakan Hoca'nın yüzü asıldı. Zira o, bir şikayet değil, bir çözüm adamıydı. Söze girdiğinde sesi net ve kararlıydı. Refah Partisi'nin bu ülkenin geleceği için yeni bir yol inşa ettiğini, bu yola çıkarken her türlü engeli hesaba kattıklarını ve dolayısıyla hiçbir bahaneyi ve şikayeti kabul etmediğini kesin bir dille ifade etti.
Ve ardından o tarihi talimat geldi. Adeta "Bana sorun getirme, çözümünü anlat" dercesine, Gökçek'e dönerek şu yolu gösterdi: "Gidin ve gerekirse kendiniz çalışın, kaynak üretin ve halkın ihtiyacı olan o hizmetleri bir an önce yapın!"
Melih Gökçek, Erbakan Hoca'dan beklediği maddi veya siyasi destek sözünü alamadan, ancak belki de bir siyasetçinin alabileceği en büyük dersi alarak salondan ayrıldı. Hoca'nın dediğini yaptı, medyanın karşısına şikayetle çıkmak yerine her hafta bir proje ile çıkarak algıları tersine çevirdi.
İşte o sabah, o kahvaltı masasında, "Refah Belediyeciliği"nin temel felsefesi bir kez daha perçinlenmişti: Sorun üreten değil, çözüm üreten olmak. Mazeretlerin arkasına sığınmak yerine, imkanları bizzat oluşturmak.
Partiler değişti, isimler değişti, yıllar geçti. Ancak o gün masaya konan ilke hiç değişmedi. "Sorun değil, çözüm üreten belediyecilik" anlayışı, bir siyasi ekol olarak kök saldı. Bu hizmet düsturu, yıllar sonra halkın büyük teveccühüyle, Recep Tayyip Erdoğan liderliğindeki AK Parti'yi tek başına ülke yönetimine taşıyan temel dinamiklerden biri olacaktı. Nitekim Recep Tayyip Erdoğan, ortaya konulan bu ilkenin AK Parti siyasetinde nasıl yer bulduğunu yıllar sonra Çin ziyareti sırasında uçaktaki gazetecilere "Biz fanilerle değil, ilkelerle yürüyoruz” sözüyle tekrar hatırlatacaktı.
Bu ilkenin yereldeki yansımasına bizzat şahit olmuştum. 2004 yılında Konya Büyükşehir Belediye Başkanı Tahir Akyürek, görevi Mustafa Özkafa'dan devraldıktan altı ay sonra benim de bulunduğum bir ortamda, "Konya belediyeciliği diye bir gerçek var. Başlayan işleri bitirecek, hizmete yenilerini ekleyerek şehrimize hizmet edeceğiz. Konya'da işler yarım kalmaz…” diyerek isimlerin geçici, ilkelerin ise kalıcı olduğunu dile getirmişti.
O sabah Balgat'ta masaya konan sadece bir kase çorba değil, Türk siyasetine damga vuracak "çözüm odaklı hizmet" anlayışının ta kendisiydi.
CHP yönetiminin şahısları belediyeler ve makamlar üzerinden kutsallaştırdığı, adeta günahsız ilan edildiği günümüzde, bu anıyı yâd ederek liyakat ve ilkenin ehemmiyetini kendime tekrar hatırlatmış oldum. Kişiler değil, ilkeler esas alınmalı ve seçmen de şahısları değil, ilkeleri ve o ilkelere sadakati tercih etmelidir.