BİR ÖYKÜ: EFEMERA

Esmalardan yansıyan en güzel "Selâm” üzerimize olsun.

 

- Olmayacak gibiyse sizi de yormayalım.

- Rica ederim sevgideğer dostum, sadece az daha sabır rica edeceğim. Bulunur bu. Bulunmasa söylemez miyim delikanlı?

 

Yurtefe amca geçmişte neler yaşamıştı bilinmez. Son seyahatinin ardından, asırlık bir binaya antikacı dükkânı açmıştı. Tecrübeli salon efendisi tavrı ve dağınıklığı neredeyse tamamen bu dükkânın raflarındaydı. Burada önce kendi koleksiyonlarını sergilemişti. Ardından toplama ürünlerle ticarete atılmıştı. Hiç evlenmediğinden ötürü bir gelecek beklentisi de yoktu. Tabir caizse kendi yağında kavruluyordu.

 

Ortamın loşluğu kendine özgü bir ambiyans oluşturuyordu. Toz parçacıkları uçuşurken insan zihnini yoracak manevralar yapıyorlardı. Dökük birkaç gaz lambasının ışık ışınları pastel duvara yansıyordu. Özensizce yerleştirilmiş LED ışıkların karmaşası, düzensiz ortamı aydınlatıyordu. Amacına uygun yaratılmış olan soyut nesneler, içerideki iki insan siluetini tanımlamakta bir o kadar zorlanıyordu. Adam kendi kendine söylenmeye devam etti:

 

- Nereye yitti bu mübarek?

- Dilerseniz vazgeçelim, çok da elzem değildi zaten abi.

 

Orta yaşlı antikacı, heyecansız bir çabayla aranmaya devam etti. Belli ki müşterinin her lafına "anladım, biliyorum” tipi ukalalıklarla yanıt vermesine inceden karşılıktı bu. Arada sırada burnunun üzerine düşen ince, kemik saplı gözlüğünü düzeltiyordu. Bir an bulacak gibi canlanıyor hemen ardından aynı umutsuz arayışa devam ediyordu. Şimşir ağacından, yılan figürü oymalı masanın diğer yanındaki delikanlı sabırla bekliyordu. Üzerindeki yeşil, dar keten pantolon ve yine vücuduna yapışan dar kesim gömlek terden ıslanmıştı. Modaya "slimfit” kavramını sokana küfretti içinden. Gölgeler kendilerince bir düzen içinde geziniyorlardı. Belki onlar da sahiplerini arıyorlardı.

 

- Emektar kuzine içeriyi cehenneme çevirmiş hocam, diye sıkıntısını dile getirdi. Genç adam; paltosunu, ceketini, kazağını yakın aralıklarla çıkartmıştı. Fakat içerisi hala çok sıcaktı. Hani başka şansı olsa saniye beklemeyecekti. Neredeyse nefesi alev almak üzereydi...

- Yok, dostum, kombi çağının cilvesi bu. İnsanlar denge kelimesini hayatlarının ve zihinlerinin dip köşelerine attıkları için oluyor bu. Haniydi yahu bu?

 

Masanın karşındaki ziyaretçi bağlantıyı kuramamıştı. Şaşkın, biraz da bunalmış gözlerle, arkası dönük satıcıyı süzdü. Nezaketinden ödün vermeden sordu:

- Affedersiniz, ben içerisi sıcak oldu demeye çalışıyorum, sizse bana dengeden bahsediyorsunuz.

- Evlat, evrendeki oluş ve yok oluş kendi içinde bir denge değil mi? Soğuk can çekişirken, sıcak tahta geçmenin heyecanında değil mi? Zıtlıkların ötesinde keşfedilmeyi bekleyen denge değil mi?

- Hı hıı…

 

Bazı raflardaki ağır eşyalar hem altındaki MDF rafları bükmüştü. Yurt Efe amcanın duruşu da biraz öyleydi, az öne eğik duruyordu. Elindeki bir çift kol düğmesini delikanlıya uzattı. Muhtemelen gümüş bir gövdeye oval bir kehribar taş ekleyerek yapılmıştı düğmeler. Kehribar, üstünde bir çift kakma Zülfikâr…

- İnanılmaz güzeller ya! Resmen nutkum tutuldu hocam!

- Benim de bulana kadar nutkum sıyrıldı. Aramadan bulunmuyor, arayınca da bulunmuyor.

- Ehm, ödeme kısmına geçsek hocam…

- Kiminin parası, kiminin duası dostum! Doğacak evladına Yurtefe ismini verseniz yeterli.

 

Hayra karşı geliniz.


Yazarın Diğer Yazıları